Doğu Anadolu’nun Safranbolu’su: Kemaliye - Sivas Olay Haber - Sivas Haber | Sivas HaberleriSivas Olay Haber – Sivas Haber | Sivas Haberleri

SON DAKİKA

Doğu Anadolu’nun Safranbolu’su: Kemaliye

Bu haber 16 Nisan 2022 - 21:55 'de eklendi ve kez görüntülendi.

Geçen hafta Kemah yazımızı okuyup beğendiyseniz, bu hafta Kemaliye’yi tanımak isteyebilirsiniz. Hadi o zaman! Önce yazıyı okuyalım, ardından valizleri hazırlayalım!

Kışın karla kaplı, yazları ise suya hasret kıraç toprakların ortasından dağları yarıp geçen Fırat nehri, kıyısına kurulmuş birçok kente can verir. Bu kentler içinde belki de en müstesna olanı, Fırat suyunun yeşerttiği dut ve kayısı ağaçlarının çevrelediği yüzyıllık evleri, çeşmeleri ve değirmenleriyle, ziyaretçilerini eski zamanlara götürüveren Kemaliye’dir.

1922’de adı Mustafa Kemal’e ithafen Kemaliye olarak değiştirilen Eğin kasabası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son birkaç yüzyılı içinde başarılı bir ticari gelişme sağlayarak bölgesinin önemli yerleşimlerden biri haline gelmiştir. Özellikle, kentte bolca bulunan dut ağaçları sayesinde geliştirilen ipek böcekçiliği ve ipek üretimi, tahıl ve sebze yetiştirmek için uygun arazisi fazla bulunmayan Eğinliler için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Bugün dut ağaçlarından sadece harika tatlılar imal etmekle yetinen Eğin halkı, bir zamanlar Kabuloğlu isimli Ermeni tüccarın kurduğu tezgahlarda dokudukları ipekli yazma ve kumaşları ihraç etmekteydi. Halıları, manusa ve peşkir adındaki pamuklu dokumaları, dut ve kayısı kurularıyla da nam salmıştı Eğin. Hal böyle olunca da, kasabada birbiri ardına konaklar sıralanmış; esnaf ve tüccar sayısı artarak yerleşim giderek şirin bir kent havasına bürünmüştü.  Bugün, kimisinin üzeri -ahşabı zarar görmesin diye- teneke ile kaplanmış olan ve olanca güzelliğiyle ayakta kalmayı başarmış bu konaklar, belki de taş yollarından geçerken kulağınıza çalınacak olan “Eğin’in etrafı dağdır meşedir / İçinde oturan beydir paşadır” türkü sözleriyle birlikte, kentin bir zamanlar yaşamış olduğu zenginliği anlatmaya devam eder ziyaretçilerine. Bugün şırıl şırıl içme suyu akmaya devam eden çeşmeleri, yüzlerce yılı geride bırakmış camileri, sanki 100 yıldır hiç değişmemiş gibi duran sokakları ile Kemaliye’ye, “Doğu’nun Safranbolu’su” demek hiç de yanlış olmaz!

Elazığ, Malatya ve Erzincan havalimanları üzerinden ulaşım imkanı bulunan bu şirin ilçenin karayolu biraz yorucu olsa da; Lökhane’de yiyeceğiniz nefis tatlı, yanında bir Türk kahvesi ile birlikte, size bütün yorgunluğunuzu unutturuverir. Nesillerdir evlerde taş dibeklerde dövülen lök adlı tatlıyı ilk defa ticari anlamda üretmeye başlayan Sağçolak ailesi, 20 yıla yakın bir zamandır, 150 yıllık bir medrese binasında “Lök, Beşateş, Oricik” gibi yöresel tatlıların hem üretimini hem de sunumunu yapmakta. Bu tatlılar içinde en meşhuru -hiç şüphesiz-  dut ve cevizin dövülmesiyle elde edilen ve ilave şeker içermeyen löktür. Eğinliler için vazgeçilmez olan bu lezzeti elde etmenin sırrı dövme işinin çok iyi yapılması. Öyle ki; evlerin bir köşesindeki taş dibekte hazırda bekleyen dut ve cevizi günlerce dövmek gerekirmiş. Tabii bu durumda herkese lökü dövdürmek için bir bahane aranırmış. Kağıt oyununda kaybettiniz örneğin; cezanız lök dövmek! Çocuk yaramazlık mı yaptı? Bugün bir saat lök dövecek! Misafir geldi, çocukları oyalamak mı gerek? Hadi bakalım, alsınlar tokmağı ellerine!

Kahvenizi içtikten sonra ilk iş olarak, kent merkezini ve tarihi konakları gezmeye başlayabilirsiniz. Eğin halkının geleneksel konukseverliğini hiç bozmadan üzerlerinde taşımış olan Balioğlu ailesi, “Korunması gereken kültür varlığı” olarak tescil ettirdikleri evlerinin kapılarını açtıklarında duyduğum hayranlığı anlatamam! Olduğu gibi korunmuş ve bugün de kullanılmaya devam eden ahşap dolaplar, halılar, işlemeler… İçerdeki her bir eşyayı anlatmak için ayrı bir sayfa gerekir. Siz, iyisi mi, kendiniz gezip görün bu güzel konakları. Ama ben yine de bazı bilgiler vereyim bu kısa köşemizde. Kentteki benzerlerinde olduğu gibi, Balizade konağının da iki giriş kapısı bulunuyor. Birisi bahçeye yani avluya açılıyor ve ev halkı bu girişi kullanıyor. Avlunun yola bakan kısmı yüksek bir duvarla çevrili ve bu duvardan dışarıya açılan büyük bir ahşap kapı var. Konağın (erkek misafirlerin vuracağı gür sesli ve kadın misafirler için düşünülmüş daha ince tınılı iki tokmağı bulunan) diğer kapısından ise direkt olarak yola çıkılabiliyor. Evde bu kapının bulunduğu bölüm “selamlık” olarak adlandırılıyor. Selamlık genişçe bir odadan ve bu odaya bağlı küçük bir mutfaktan (kahve ocağı) ibaret. Selamlık ile evin diğer bölümü arasında ayrı bir kapı daha bulunuyor. Erkek misafir geldiğinde, bu ara kapı kapatılarak evin diğer bölümü -yani “haremlik” ile- ilişiği kesiliyor. Kadınlar erkek misafire hiç görünmüyor; misafirin kahvesi evin erkek bireylerince ocak bölümünde hazırlanarak servis ediliyor. Evin kibar hanımefendisinden öğrendiğimize göre; televizyonun henüz evlere girmediği yıllarda, her hafta bir evde toplanılır, sohbet edilir, kimi yerde saz-söz de icra olunurmuş. Hangi evde toplanılacağı önceden bir sıraya konar, herkes o hafta sıranın kimde olduğunu bilir ve davet beklemeksizin o evin selamlık kapısından içeri girermiş. Bu nedenle ahalinin bir araya geldiği bu akşam toplantılarına “sıra gecesi” adı verilmiş. Bu gecelerde söylenen Eğin mani ve türkülerinde, evin erkeklerinin daha Osmanlı zamanında başlayan göçünün doğurduğu sıla hasretinin ve ayrılığın acısı dillendirilmiş. 40 kadarı TRT arşivinde kayıtlı bulunan Eğin türkülerinin en tanınanlarından birini gelin birlikte hatırlayalım:

Eğin dedikleri bir küçük şehir / Ana ben cahilem çekemem kahır / Yediğim içitiğim de ağuyla zehir / En gel yavrum en gel canım Eğinli misin / Sılaya dönmeye yeminli misin?

Fırat kenarında kayık değilim / Senden ayrılalı ayık değilim / Bir çift selamına layık değilim / En gel yavrum en gel kurban Eğinli misin / Sılaya dönmeye yeminli misin?”

Hepsi bu kadar mı sandınız? Elbette, hayır! Devamı haftaya…