Bugün size, ne ülkeye yaşatılan yargı darboğazından, ne ekonomiden, ne Sivas’ın yolu, suyu havasından, ne ondan, ne de bundan bahsedeceğim.
Bugün size, bilimsel bir çalışmadan bahsedeceğim. İnsanoğlunun doğduğu andan, öldüğü ana kadar öğrendiği her şey, bir bilgisayar programında olduğu gibi, insan beyninde kodlanıp, kendi DNA zincirine işleyebiliyor . Bunu kanıtlarıyla örnekleriyle anlatıp, sözü 10 Kasım’a, oradan da Gazi Mustafa Kemal ve ülkemize getireceğim.
Sonradan öğrendiğiniz her şey ama her şey, önce beynimize sonra da, bizden sonraki kuşaklara geçmek üzere DNA zincirine kodlanıyor ve sonraki kuşaklara aktarılıyor.
Nasıl aktarıldığını anlatmayayım, siz bilirsiniz..
Dilbilimciler, insan gelişimini araştıran bilim insanları, etnograflar, bunu bazı örneklerle açıklıyorlar.
Üstelik bu DNA zincirine işlenmiş kodlar, insanın kendisinden sonraki herhangi bir soybağında, herhangi biz zamanda da görülebiliyor.
Yani, çocuğunda görülebildiği gibi, bir kaç kuşak sonrasında da bu DNA zinciri kodları taşınabiliyor.
Anne yada babanın esmer olduğu bir ailede çocuk kumral yada sarışın olabiliyor. Ailede hemen hemen herkesin tek bebekli doğumu gerçekleşmiş olsa da, bazen ikiz yada üçüz bebekte olabiliyor.
Bunlar genetik diyebilirsiniz.
Hadi şunu açıklayalım!..
Bir ülkede, bir kadın sabah uyandığında farklı bir şekilde konuştuğunu görüyorlar, kadının herhangi bir rahatsızlığı olabileceği düşüncesiyle doktora götürüldüğünde, test sonuçları son derece sağlık ve normal çıkıyor. Aslında bu kadının o yörede bilinmeyen bir dilde konuştuğunu görüyorlar.
Doktor kadının konuştuğu dilin kendi ana dili olmadığını ve farklı bir kültüre ait bir dil olduğunu düşünüyor. Araştırmalar neticesinde kadının Leh’çe yani Polonya dili ile konuştuğunu tespit ediyorlar.
Bir gecede dilin nasıl bu kadar değiştiği ve neden Leh’çe konuştuğu araştırılınca, kadının bir kaç kuşak önce büyük büyük anneannesinin Polonya’dan o bölgeye gelin olarak getirildiği, o bölgede evlenip, çocuk çocuğa karıştığı anlaşılıyor,
3-4 kuşak önceki anneannenin DNA sına kodlanan Leh dili, bir şekilde 3-4 kuşak sonraki torunun DNA’sına gizlenmiş olarak karşımıza çıkıyor. Sanki kuluçkan çıkmak için süresini bekleyen civciv gibi. Bu gerçek ve yaşanmış bir olay.
Bir müzisyen anne ve babanın yada ebeveynlerden herhangi birisinin mesleğine, çocuklarından herhangi birisinin daha yatkın olduğunu görüyorsunuzdur.
Buna benzer bir çalışmada, Dil’in gelişimi üzerine yapılmış bilimsel bir çalışma konusudur. Bu örneği bize tarihçi Herodot aktarıyor. M.Ö. 600 civarında Mısır firavunu 1. Psamtik yeni doğmuş iki bebeğin anne-babasından alınıp sağır ve dilsiz çocukları olmayan bir çoban ailesine verilmesini emreder. Ancak bebekler, büyüdükçe kendi aralarında bir dil geliştirmişler ve icat ettikleri bu yeni dilde ilk söyledikleri kelime “becos” dur. Bu kelime Mısırlıların dilinde bulunmamaktadır. Araştırılınca o yıllardan çok daha önce Anadolu topraklarında yaşamış olan Friglerin konuştuğu dildeki “ekmek” kelimesi olduğunu öğrenirler ve o dönemin Mısırlıları kendilerinin ve dillerinin kaynağının Frigya olduğuna inanırlar. Yani sonradan öğrenilen dil dağarıcığı, DNA zinciriyle kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Buna şöyle de diyebiliriz. Aslında sizin sonradan gösterdiğiniz her davranış türü, sizin bedeninize DNA’larla kodlanmış ve zamanını bekleyen aksiyonların uyanması ve vücut bulmasıdır.
Hiçbir şey tesadüfi değildir.
Bugün 10 Kasım ya!..
Son karışına kadar işgal edilmiş bir memleketi, anahtarları teslim edilmiş, kadınların çocukların alçakça katledilip, ırzına geçildiği bir coğrafyayı ayağa kaldıran, bugün dalgalanan şanlı bayrağın altında özgürce yaşadığımız bu cumhuriyeti, bu ülkeyi bizlere vatan eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının ismini anmaktan imtina edenler var ya.
Onların DNA zincirine bakın, Bizans topraklarında yaşayanların DNA’sının kodlandığını göreceksiniz. Hiç şüpheniz olmasın. İçlerinde ki biriken kin ve nefretin, kuşaktan kuşağa aktarılıp, birkaç kuşak sonra uyanmasıdır.
Hiçbir şey tesadüf değildir.
Ruhun şad, mekanın cennet, makamın ali olsun, Aziz Atatürk…