6 Şubat depreminden bugüne kaç gün kaç ay geçti bilmiyorum, saymadım. Saymamızın hiçbir önemi yok çünkü. Neden derseniz 6 Şubat depremini, hepimizin kesesine dokunan ek Motorlu Taşıtlar vergisi, ÖTV
Zamlar, benzim mazot vs fiyatları çıktığı zaman hatırladık da ondan.
Bugüne kadar bilinen resmi açıklama ile 50 binden fazla insanımız, canımızı kaybettiğimiz depremin şokunu toplum olarak atlatmaya çalışıyoruz. Allah bir daha böyle felaketler yaşatmasın demekten başka elimden bir şey yapmıyoruz.
Yapmak ta istemiyoruz çünkü.
Depremde bile ufkumuzu dolarla, TL’lerle süsleyen ifadelerin, çadırların gölgesinde yaşayarak daralttık. Birde seçim telaşı ile, iktidar muhalefet ayrımsız tüm siyasi ikbalistlerin hedef kitlesi olan depremzedeler ve haliyle onların haliyle hemhal olan bizler, bu mağduriyeti yaşadık ve yaşıyoruz. Hala bazılarımızın içlerinde bir yerler kırık ve dökülen gözyaşlarıyla doldu.
Deprem telaşı geçti de deprem tehlikesi geçti mi? Hayır..
Bu kafayla geçmesi mümkün değil ki.
Hünkâr Hacı Bektaşi Veli; “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” der. Alla hu Teâlâ insana akıl vermiştir. Sen; “fay hattına binaları dikip”, “şehrin trafiğini ve olası bir afette en kısa erişim sağlanması gereken ana arterlerinin her yanını koca koca binalarla doldurup, bir depremde yerle yeksan olduğunda ve enkaz altında kurtarılmayı bekleyen binlerce yüzbinlerce canlı insana, ulaşımı engellersen ve buna da kader ” deyip doğanın dengesini bozarsan elbette bir daha ki depremde çok daha fazla canını kaybedersin.
Artık her işi Allah’a bırakmasak da onun gösterdiği ışıklı yoldan gitsek daha iyi olmaz mı?
Köyde herkes tarafından sevilen bir hoca varmış. Fakat kader ve dua anlayışı farklıymış.
Bir gün yaşadığı köyü sel basmış. Herkes kaçarken hocamız, yerinden kımıldamıyormuş. Köylülerden birisi aracıyla gelip Hadi Hocam sel geliyor. Atla arabaya kaçalım” demiş. Hocam, “Beni Allah kurtarır. Sen git” demiş.
Sular aşırı bir şekilde yükselmeye başladı. Hocamız, yardıma gelen bir kayığı ve onun ardından gelen başka bir kayığı da reddetmiş. Yine “Allah beni kurtarır” diyerek istememiş.
Sular o kadar artmıştı ki, evin bacasına çıktı ve yardıma gelen bir helikopteri de aynı şekilde geri çevirmiş. Sonra da boğularak ölmüş.
Allah katına yükselince merakla sormuş:
“Allah’ım sana güvenmiştim, niçin benim dualarımı kabul edip beni kurtarmadın” şeklinde yakınmış.
Karşılığında şu cevap gelmiş: “Ya kulum denedim hem de çok denedim, önce sana arabasıyla komşunu gönderdim.
Sonra bir kayık ve ardından bir başka kayık daha gönderdim. Ama sen kabul etmedin. En sonunda helikopter gönderdim ama onu da kabul etmedin. Ben daha ne yapayım?” demiş.
Nerede okumuştum bilmiyorum ama aklımda böyle bir kıssa kalmış.
BUGÜN 24 TEMMUZ.
Ben yazımı hazırlarken değildi ama, siz okurken 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı. Göstermelik ama olsun, bir ülkede basının var olması ve susmaması gerektiğini çok defalar dile getirdik, ancak böyle yıkamacı ve yağlamacı basın varsın olmasın be..
Artık para ve sermaye, kendi basınını ayarttığı gibi, karşı medyanın içine de adam sızdırıyor. Görmemek için kör, sağı ve aptal olmak lazım ama maalesef böyle. Basından barış beklemeyin, arkadaş beklemeyin. Dostsunuzdur, ancak taraf değilsinizdir. Basının mücadelesi kavga üzerinedir, aykırılık üzerinedir. Çatışma ve menfaat üzerinedir. Kimini bir yemeğe tav edersiniz, kimini son derece lüks bir otomobile, kimini boğazda bir konağa, kimini cebine koyduğunuz üç-beş kuruşa.
Kimini kesede kiralarsınız, kimini dosyaya.
Hepsi böyle mi? Değil, ama sadece değil.
Bir türkünün sözleri aklıma geldi. Sana gitme demiyorum. Ama gitme. Basında bugün geçmişin ilkelerinden ilkesizliğe, geçmişin ahlakından ahlaksızlığa yelken açıyor.
Adına da utanmadan, meslek ahlakı deniliyormuş, bu ahlaksızlığın.
Neyse, sadece adı olsa da, edebinden ahlakından namusundan kalem kaldırmayanlara selam olsun.
Sağlıcakla kalın.