reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Pahalı Zevkler / Ucuz Esaretler

Yayınlanma Tarihi : Google News
Pahalı Zevkler / Ucuz Esaretler

Şehirler değerleriyle varolur, anlam kazanır ve geleceğe kalır.

Kadim bir medeniyetin güçlü bir şehri olmak, tarihi derinliklerinden bugünlere ve geleceğe değerlerini taşıyabilmekle mümkündür. Ve bugünlerden geleceğin yüzyıllarına kalabilecek yeni değerler yetiştirmek ve miras bırakmak bu sürekliliğin bir gereğidir. Mümbit coğrafyalar, ruhunu besleyen kaynaklarla beslendiği sürece, hem şehirler büyür hem yeni değerler yetişir bugünler için ve gelecek için…

Bir şehir, kendi coğrafyasında güçlü ve etkinliğini sürdürmek istiyorsa, topraklarından neşet eden değerlerinin kadr ü kıymetini de bilmelidir. Marifetin iltifata tabi olduğu, karşılıklı etkileşimin birbirini beslediği ortamlar, ancak ortak paylaşım ve destekle güçlü kılar ortak yapıyı…

Hiç bir şey tek taraflı, tek kanallı beslenmeyle ve büyütülmeyle yücelmez.

O nedenledir ki, bu coğrafyayı bizlere ve geleceğe bir değerler manzumesi olarak bırakan bu toprakların mümtaz şahsiyetlerini, sanat eserlerini ve kültürel dokuyu yaşanabilen çehreleriyle hayatımızın içine almak, onların ruhlarımıza sukunet veren nefesleriyle birlikte olmakla dünü yarına aktarmamızla sağlanabilir.

Biliriz ki, hayatın günübirlik gaileleri, bizleri neredeyse en önemli işlerimiz gibi meşgul eder zaman zaman. Muhakak ki yaşam yolculuğu esnasında, yaşanılanlara belki dışarıdan baktığımızda veya geriye dönüp değerlendirdiğimizde çokta önemi olmayan bu engellerin, zamanımızı ve enerjimizi kıyl ü kal üzre berhava ettiğine tanık oluruz genellikle… Bütün bunlara rağmen akıp giden zaman çarkının kimi anlarında bir asude iklimin her bir zerremize sirayetiyle hoş bir rayihanın rahatlığını bıraktığında; zamana, içimize ve bize ait ruhumuzun dokusuna seslenen bir esintiye kapılırız. İşte o demlerde, bu coğrafyanın yüzyıllar ötesinden seslenen, ruh dünyamıza dokunan bir ürpertisi bizi kendi iklimine sürükler.

Şehirlerde insanlar gibidir. Beslendiği kaynaklarla, nefes aldığı iklimlerle, kendi kimlik ve kişiliklerinin hayatiyetini sürdürürler. Geçmişinden koparılıp, yeni bir dünyanın cetvelle çizilen beton duvarlarıyla yükseltilen heyulaları, üzerinde yaşayan insanın üstüne yıkılacak devasa görüntüleriyle, insanın iç dünyasında hangi müspet etkiyi yapar ki?… Sanatın zarif ve estetik inceliğiyle nakış nakış işlenmiş bir sanat eseri karşısındaki insanın ruh haliyle, devasa ama hantal beton veya cam giydirmenin yükselen iriliğine bakan insanın ruh hali arasındaki fark gibidir bu… Ruhunu soğuk betonların donuk çehreleriyle kim yaşatmak ister ki?… Ama çepeçevre bizi kuşatan günümüzün bizlere sunduğu ya da ömrümüzü içerisinde bulduğumuz hayat bu, ne yazık ki…

Şimdi, çıkıp dağlara gitme vakti de değil, biliyorum.

Kuşatılmış hayatın anaforundayız adeta… Neredeyse güneş görmeye hasret kalmış gözlerimizle, yeşilin kataloglardaki bir renk olmasının dışlında, serinlik bahşeden esintisini tenlerimizde duyamadığımız, neredeyse ömrümüz bedeline satın aldığımız ve konfor adına tezyin ettiğimiz eşyalarımızla dolu evlerimizde, evlad ü ıyal var… O evlad ü ıyal ki, bir tarafıyla yüreğimizin insani tüm duygularıyla bizi kendilerine ram etmiş bir sevda yumağı gibi çekmekte, bir tarafıyla hayata tutunabilmeleri için günboyu çalışıp getireceğimiz kazancımızla hayata bağlı kalabilecekleri bir sarmalın içerisindeler sanki… Bu halde iken nasıl gidilebilir, nasıl dağlara çıkılabilir ki?

Ve şehir hayatı, ömrümüzü satın almış adeta…

Her şey gözümüzün önünde albenli ve alımlı bir geçit edasıyla büyülüyor gözlerimizi… Cazibesine kapılıp, hayaliyle avunduğumuz, uğruna taksit taksit zamanımızı rehin verdiğimiz, ihtiyacımız olmaktan öte almış olmakla övündüğümüz onlarca kullan at eşyalarının tutsağıyız şimdilerde… Tadının ve zevkinin bize kişilik ve kimlik olarak kattığı bir şey olmamasına rağmen, bizde olduğunu görebilenlerin bizi kutsayacakları veya büyültecekleri düşüncesinin egomuza yansımasıdır belki de farkında olmadığımız veya düşlediğimiz… Her ne kadar farkında olmasak ve düşlesek de hiçbirisi hiçbir zaman hiç birimizi yüceltemediğini, edinmek için borçlandığımız kredi taksitlerinin bol rakamlı borçluluğu bir kement gibi boğazımızı sıktığında anlıyoruz sadece…

Bu durum sadece günümüz dünyasında hayatını, suyun akış arkına bağlamış varlıklılara has bir durum da değil… Yarın için, akşam için kurulacak sofrasına bir tek ekmek ve bir miktar katık koyabilenlerimizde, bu sarmalın içinde kıvranıyor. Çünkü yeni dünyanın kuşatıcı etkisiyle sürüklediği felsefi yaklaşım, reklamlarla yıkanan beyinleri, dizilerle süslenen hayalleri her birimizi bu dünyanın cazibesinin mal sahibi konumuna iteklemek için körüklüyor. Neyi, nasıl ve niçin satın alacağımızdan öte, bir duygu ve yorumun irdelenmeyen etkisiyle kuşatmış durum adeta…

İster varlıklı ister yoksul tüm insanları, zihinlerinden kopmaz bir bağ ile tüketim değirmeni olarak bağlamış durumda sanki…

Kısacası, insan olmaktan öte tüketici olmak değer ifade ediyor çağımızda… Ne kadar tüketebilirsek, ne kadar müşteri olabilirsek o denli bir yerimiz ve anlamımız var ekonomiyle ifade edilen günümüz dünyasında…

Şehirde yaşayan bireylere, aslında unutturulan bir şey var: İnsan hayatta sadece mal ve hizmet tüketen müşteri değildir.

Şair İsmet Özel’in söylediği gibi yani:

“Şehrin insan, şehrin insanı, şehrin

pahalı zevklerin insanı,

ucuz cesaretlerin…”

 

YORUM YAP