Sebepler ve fırsatlar; bazen insanı iç dünyasına, bazen geçmişine ve bazen de başka diyarlara doğru yola çıkarır.
Her yolculuk; yeni dünyalara, bilgilere ve coğrafyalara doğru yol almaktır. Gitmektir, gittiğimiz yerde görmek, gördüğümüzü değerlendirmek; bilgimize, görgümüze, ufkumuza yeni şeyler katmaktır. Yeni şeyleri keşfetmektir, tanık olmaktır. Teorik olarak bildiğimiz veya bir şekilde izlediğimiz şeyleri yerinde görmektir. O nedenledir ki gezmek ve görmek, yenilenmektir bir bakıma… Sebepler ortaya çıktığında o anı fırsat bilmek; kendisini, ülkesini, geçmişini ve geleceğini yeniden gözden geçirmektir.
İşte böyle bir sebep zuhur etti ve o fırsatı değerlendirerek bu coğrafyanın farklı yörelerine doğru yola çıkmak nasip oldu. Bir Cuma sabahı yola revan olduk dört arkadaş. Son 12-13 yıldır bu ülkenin birçok yöresine, özellikle Ankara ve İstanbul’a onlarca sefere aynı araçla giden bizler, bu sefer Sivas’tan başlayıp Adıyaman, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Eğil, Ergani, Elazığ, Malatya, Darende ve Gürün üzerinden seyahat ettik.
Yola çıkmak, hem ruhî ve fikrî hem de fizikî değişime talip olmaktı. Nitekim bu coğrafyayı gezmek, bildiklerimize yeni şeyler katmaktı, daha yakından tanımak; hayatı, insanı ve doğayı müşahede etmekti. Geniş Mezopotamya düzlüklerinin bereketli topraklarını, kadim tarihin yerel mimarisini, kültürünü, etnografyasını kırk dereceye yaklaşan sıcaklık altında yaşamaktı.
Ve öyle de oldu.
İşte böyle birkaç güne sıkışan gezinin ilk durağı: Peygamberler şehri. Urfa.
Bir Cuma vakti Balıklı Göl’de olmak, Ayn-ı Zeliha’da, Halilü’r-Rahman’da bulunmak, sıcaklığın kırk dereceye ulaştığı anlarda ateşlere dayanan ve ateşi gül bahçesine çeviren İbrahimî duruşları yâd etmek, insanı yeniden iç dünyasına, var oluş nedenine götürüyor.
O İbrahim ki, aşkın, ateşin ve suyun hikâyesini yaşatıyor.
Bir Cuma vaktinde ve o günün gecesinde, kalabalıklar arasında etrafında bulunduğumuz Halilü’r-Rahman ve Ayn-ı Zeliha isimleriyle bilinen Balıklıgöle bakarken, Cenab-ı Hakk’ın “Halilim…” yani “Dostum!..” dediği elçiye ve o günlere yolculuk ediyor zihnimiz ve gönül dünyamız…
Anlatılanların hepsinde yer alan ortak nokta ise ateşin suya, balıkların oduna dönüştüğü mucizedir. O günlerde bölgenin hükümdarı olan Nemrut ve yöre halkı putlara tapmaktadır. İbrahim Peygamber ise tek Tanrı inancını tebliğ eder. Zalimdir, Nemrut’tur. Bir olan Allah’ı anlatan İbrahim Peygamber’e karşı acımasız kararını verir. Ve artık ortadan kaldırılması gereken tek hedeftir İbrahim.
Bugün Balıklıgöl adı ile bildiğimiz alana tonlarca odun taşınır ve yığılır. Urfa Kalesi’ne mancınık kurulur. Ve o mancınıktan ateşin üzerine Hz İbrahim atılır. Atılır ama Allah tarafından ateşe verilen ‘Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol’ emri üzerine ateş suya, odunlar ise balığa dönüşür. Ateşin ortasında oluşan gül bahçesine düşen İbrahim Peygamber hayatta kalır. İşte bu gül bahçesi Halilü’r-Rahman Gölü’dür. Yine, Nemrut’un kızı Zeliha da putlara değil Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği Allah’a inanmıştır, İbrahim için gözyaşı döker. Nihayetinde acımasız Nemrut, kızı Zeliha’yı da ateşe atar. Onun düştüğü yer Balıklıgöl’ün yanındaki küçük göldür. Bu göl “Ayn-ı Zeliha” diye anılır, yani “Zeliha’nın gözü, gözyaşı…”
Ve asırlardır akın akın insanlar geliyor Urfa’ya, Balıklıgöl’e…
İşte Urfa ile başlayan Güneydoğu Anadolu gezimiz bizi tarihin en uzak dönemlerine ve o dönemlerden bugüne kalanlara götürdü.
Önceki dönem Zara Belediye Başkanımız değerli ve kadirşinas insan S. Ahmet Pala başkanımızın öncülüğünde, bize her zaman kaptanlık yapan kıymetli büyüğümüz Nazif Arar’ın türküleri eşliğinde ve yüreği insan sevdasıyla dolu 24 saat garip ve gurebanın hamisi olmak için verdiği çabalara yakinen şahit olduğum Çerkes Ahmet namıyla maruf Ahmet Özaydın Bey ile sürüp gitti yolculuğumuz. Yolculuk Göktepe’de, Mozaik Müzesi’nde, Arkeoloji Müzesi’nde, şehrin tarihî çarşı ve sokaklarında, camilerinde, türbelerinde ve tabii ki konaklarında devam etti. Bir Urfa akşamında Sivaslı dostlarla bir arada olduk, Valimiz Sayın Salih Ayhan Bey’in ev sahipliğinde Urfa Konağı’nda. Gece yarısına değin süren unutulmaz gecede şehrimize değer katan hizmetleriyle hep anılacağına inandığım Valimizle birlikte son yılların tatlı hatıralarını, dost olmanın bahtiyarlığını yaşadık bir kez daha…
12 bin yıl öncesine geçmişi uzanan bir şehirde bir kez daha gördük ki hayat çok kısa… Bu kısa hayatta güzellikler biriktirmek, sevgiyi, saygıyı çoğaltmak ve yaşadığımız ülkenin ve sahip olduğumuz değerlerinin kadrini kıymetini bilmek çok önemli.
Urfa’yı anlatmaya devam edeceğiz. O Urfa, şair Nabi’nin memleketidir. O şair ki,
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir Makâm-ı Mustafâ’dır bu.”
Peygamber edebiyle hayat süren şair Nabi’nin şehrinden dualarımızla….