Son yıllar, zor yıllar oldu. Sözün sözcüğün, kelamın kalemin tükendiği günleri birlikte yaşadık. Kimimiz az, kimimiz çok.Tuzu kuru olana az değen, aşına katacak tuzu olmayanı delip geçen günler.
Kovid sürecinin öncesinde başlayan bu sözün, kelamın tükendiği para etmediği günler, kimilerinin dilinde tüy biterken, kimileri de oturdukları vizon tüyünden postlarda gidişatı dizayn ettiğini sanan zavallılarla dolup taşıyordu.
Ama öyle olmuyordu. Çarşı, pazar, manav, sokak el yakarken, bazıları ne olup bittiğinin farkında bile değilken, gidişatın vahameti karşısında konuşanlar kötü, susanlar vasat, alkışlayanlar makbul insanlar oldular.
Çok mu önemli?
Merhum Menderes’in seçim meydanlarında, diline pelesenk edip, sloganlaştırarak sıklıkla kullandığı, “Her mahallede bir milyoner olacak!” söylemi, hayat buldu sonunda.
Ama tek bir farkla, artık her mahallede bir milyoner değil, mahallenin tamamını ayrımsız milyoner yaparak. Bugün Sivas’ın sıradan, daha öte yerlerde konuşlanmış 2+1 bir dairesi bile milyoncuklarla hesap ediliyorsa, başlayan hiçbir şey olmamış, ama biten onca şey olmuş demektir.
Milyon, eski parayla trilyon demek biliyor musunuz? Eski parayla kafanızı sokabileceğiniz bir eviniz oluyorken, bugün o evin kapısını penceresini musluğunu alamıyorsunuz.
Bunlar söylenmesi, konuşulması gereken şeyler.
Birkaç yazıdır bahsediyorum, mesele piyasaya para vermek değil, daha ucuza aldırabilmek, daha ucuza adını koyabilmek, bunu başaramadığımız için, her geçen gün boyunduruk daha da sıkışıyor yönetenler adına..
Öyle bir vakit geldiğinde belki nefes bile alamayacağı ölçüde sıkışacak bu boyunduruk, inşallah bu ülke kazanımlarını feda ettirmez.
Asgari ücreti artırmanın, fiyat yangınını söndürmek yolunda hiçbir şey ifade etmediğini bağıra bağıra söylüyoruz, ama nafile.
Çözüm fiyatları düşürebilmek, düşürtebilmek. Bunu başaramadığınız sürece düştüğünüz bu girdaptan çıkılmayacağını sizler de bizler de iyi biliyoruz.
Kamu israfını önlemeden, plansız programsız yatırımlara dur demeden başarabilmek pekte mümkün gözükmüyor. Öncelikli sorunumuzun da bu olduğunu biliyorum. Ancak bizim sesimizi duyması gereken makamların, bizlerden çok uzak oluşu çaresizliğimizin bizlerde yarattığı acıları katlamaktan başka bir işe yaramıyor.
Duyurması gereken duyuyor, ama duyurmuyor, işitmesi gereken işitiyor, ama işittirmiyor.
Mesele de burada kopuyor, sonuçsuz sürümcemede kalan haykırışlar, tepkiye nefrete kine dönüşüyor.
Keşke bizim hissettiklerimizi hissedebilseler, keşke bizim yaşadıklarımızı yaşayabilseler.
Gerçekleri, sadece gerçekleri fark edebilseler. Sorun kalmayacak. Ama sorundan beslenen, soylu soplu makam sahipleri, sorunsuzluğun en büyük sorun olduğunu iyi bildiği için, biryerleri tıkayıp, bir yerleri hala göz boyamaya devam ediyorlar.
O yüzden manavın rafları, müteahhitlerin ilanları sayaçlar canımızı sıkmaya devam ediyor.
Sahi ne zaman aslımıza döneceğiz?
Sağlıcakla kalın.