Asrın ön sözünü dahi sökmekte aciz kaldığımız ve bulanık bir zihin haritasının zamansızlığında, kara bulutlarını dağıtmaya takat yetiremediğimiz bir çağ! Öyle yorgun ki kelimelerimiz, isnat ettiğimiz acıyla. İstinat duvarını örüverecek aceleci, acemi bir müteahhit yara bantsız sancımıza. Bir yanda çıkış yolu bulabilsin diye kavmi; Musa as’ın ve asası ile böldüğü denizin kıssası. Diğer yanda sözcüklerimizin arasındaki boşlukların nefes darlığı. Ne var ki “araf”a karar veremez ağır hasarlı zatürre harflerimiz. Koca koca kelimelerin molozlarından sağ çıkabilirsek eğer; kim kaldıracak tekrar insanlığı hezeyanın enkazından. Ve hangi kalem cüret edebilir ki bunca acının karşısında dik durmaya. Yaş almışlığının değil de yaralarının keskin hatları! Mazlum ve masum ülkelerin o kara bahtlı sınırları! O çizgiler ki ağız birliğiyle savunurken düşüncelerin kavmiyetçiliğini; Allah yine de sargılı kırık dökük niyetime kefildir! Karanlık ne denli O’nunsa(cc) bildim, aydınlık o kadar teslim Hakk’a!
El Halil diyarında, Yusuf(as) hâlâ kuyuda, Allah dostu Halil İbrahim’in(as) yanında. Hangi bezirgân gelip bulsun şimdi Güzel Yusuf’u. Kenan diyarının hangi pazarı paha biçemesin O’na. Kuyunun beyhude merakı, mahsur kalmışlığı kuyunun! Sorar bana “Gazze de mi kuyu da?”, ümmetin terki diyarında.
Kimin inadı daha ısrarcı sahi, bu mazlum coğrafyalarda? Çelimsiz zulmün mü, yoksa gür merhametin mi? Ve tutukluk yapan silah; tutukluk yapan öfkeden maraza! Küçücük çocuklar tutukluk yapan hıçkırıklarıyla minicik ellerini semaya kaldırmaya ancak güç yetirebilirlerken sessiz bir yakarış patladı çağının duyuru panosu olma ümidiyle. Ve zulmü duyurma endişesiyle biçare anne! Âminler şarapnel parçaları gibi saçıldı her bir yana, çaresiz bir babanın gizlemeye çalıştığı gözyaşlarına sığındı kimsesiz sargılar!
Sığdı kainata koca koca gezegenler, insan kabına sığmadı! Dar geldi dünyaya. Öyle ya “Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıkıştırmıştı.” [Tevbe Suresi 118. Ayet]