Bazen eski fotoğraflara bakmak lazım, düne dair siyah beyaz, belki bir ucu kırılmış, solmuş fotoğraflara bakmak lazım. O fotoğraflar ki bir zamanların hayatına dair neşeli, hüzünlü, kederli anların donmuş tek karelik görüntüleridir. Bir fotoğraf makinesinin karşısında durup iç dünyasında sakladığı tüm duyguları yüreğine gömüp, bir an için kımıldaman belki biraz gülümseyerek belki de ciddiyetin tezahürünü simasına yansıtarak hayata, zamana ve geleceğe bakmıştır o fotoğraf karesindeki insan.
İlgimizi çeker hep, hepimiz zaman zaman bakarız; aile albümlerine ya da bu şehrin kırk elli yıl önce çekilmiş fotoğraflarına; şehrimizin sokaklarını, binalarını, dükkânlarını, tarihi ve doğal güzelliklerini soluk duruşlarıyla yansıtan siyah beyaz fotoğraflara… Nedense her bakışımızda çoğu insan gibi hepimiz hüzünleniriz; o siyah beyaz karelere yansıyan hayata ve mekânlara olan hasretimiz ruh dünyamıza ve yüzümüze yansır.
Dünya mı acımasızdır, insanlar mı, ya da geçip giden zaman mı? Pek kestirmeyiz.
Özlem duyduğumuz yitik varlıklarımızın acımasız çarklar arasında öğütüp yok eden, devam etmesine imkân vermeyen nedir, niyedir, bilemeyiz; ilk aklımıza gelene belli belirsiz öfkemizi yansıtırız o kadar ve sadece o an…
İnsan yitiğini arar, kaybettiği değerlidir. Vaktinde belki de çok kıymetini kadrini bilemediği ama artık ulaşılamayacak denli yok olup gittiğinde övgü dolu hasret cümleler sarf etmesi, hiçbir şeyi geri getirmeyecektir. Var olan yok olmuştur. Yok olandan sadece elimizde kalan ise sessiz, solgun ve sararmış siyah beyaz fotoğraf karesidir, birkaç cümlelik hatıradır. Ve alır bizi bir zamanların dünyasına, yaşayan insanların arasına sürükleyiverir o kadar…
Dünya bir değirmendir, derler, bu değirmen mekânı da insanı da öğütür dönen çarkları arasında…
Zaman, mekân ve insan ile öyle bir etkileşim içindedir ki etkisi derin uçurumlar açar. Mekân, zamanın pençesinde şekillenirken, yaşanılan dönüşüm, insan ilişkilerini de dönüştürür. Geçmişin izlerini taşıyan sokaklar, artık yeni yapılarla dolup taşar; dönüşür, değişir ve yenilenir. Dün eskimiş ve yok olmuştur artık, dünde kalmıştır. İnsan yeni dönemin yeni gözdelerine medfundur dün ise fotoğraf karelerinde hissedilen yeisten öteye geçemez.
Zaman içinde yaşanılan kayıplar, hüzünler ve dönüşümler, insan ruhunun derinliklerinde unutulmaz izler bırakır. Ve beraberinde her kayıp, yeni bir başlangıcın umut ışığı, habercisi; her hüzün, yenilenmenin yolunu açar. Zaman, bir çark gibi dönerken, insanlarda bu döngü içinde var olmaya devam eder. Her dönüş ve dönüşüm, hayatın saflığını, güler yüzünü ve sancılarını, acılarını barındırır; her anın değerinin bilinmesini düne dair yansıttığı bilgilerle, belgelerle fotoğraflarla hatırlatmaya çalışır. Zira bir gün gelecek ve etrafımızda var olan her şey ve herkes, düne dair fotoğraflarına bakıp özlem duyduğumuz her şey gibi tozlu rafların solgun karelerin arasına karışacak, gidecek ve öğütülmeye devam edecek… Bugünümüz dün olacaktır. Yarınların dünü olarak unutulmuş karelerdeki mazi olarak yaşayabilecektir ancak. Öyleyse kadir kıymet bilmek lazım ve kadir kıymet kadar hayatın en derin gerçeği olarak her şeyin geçici olduğunu idrak ederek hayata, insana bakmak, ilişki kurmak lazım. Zira hayatın geçici, dünyanın öğütücü olduğu gerçeği hiçbir zaman ve hiçbir şekilde değişmeyecektir.
Gün bugündür, yaşanılan ve yaşanılacak zamandır. İyi olmak, iyilik bırakmak, iyi olarak anılmak, insanın kendisiyle, çevresiyle, toplumuyla barışık olduğu sürece zamana yenik düşmeyecektir. Zaman coşkun akan bir nehir gibi akıp giderken insandan ve mekândan bıraktığı kalacaktır yarınlar… Ne kalsın ister insan kendinden, yaptığından söylediğinden, kırdığından ve sevdiğinden gayri…
Unutulmamalıdır ki zamanın çarkı, her şeyin sonunu getiriyor.