“Bir dünya bırakın biz çocuklara…” diye bir şarkı vardı Barış Manço’nun söylediği… Şimdi durup bakıyorum da öyle bir dünya da yaşıyoruz ki ne yaşadığımız dünya bizi mutlu ediyor, ne de çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir dünya var elde…
Neden? sorusunun cevabı ise problemin sayısını sıralayamayacağımız kadar çok olabilir saymaya kalksak… Saymaya da gerek yok biliyorum. Zira insanı, mutlu eden de mutsuz eden de insandır, kendisi veya başka birisi. Biliyorum hiçbir insan içerisinde nefes aldığı, koştuğu koşturduğu, uğraş verdiği, kazanmak için çırpındığı, sağlıklı ve huzurlu kalmak için çaba sarf ettiği bu dünyanın mutsuz bir dünya olmasını arzu etmez. Eminim ki her insan bu dünyanın güllük gülistanlık olmasını ister; hayatın müreffeh, sağlıklı ve huzurlu olmasını, gönlünce ve özgürce ama insanca yaşamayı arzu eder. Ne yazık ki durup kendimize, çevremize ve yaşadığımız dünyaya ve yarınlara bırakacağımız geleceğin dünyasına şöyle bir baktığımız da ise durumun çok da iç açıcı olmadığı acı bir gerçek gibi önümüzde durmaktadır.
Yaşayan çoğu insan için hayat kısa ve zaman dar, imkânlar ise kısıtlı…
Ve insanda modern kavramıyla ego dediğimiz nefis denilen kişinin kendini önceleyen, öne çıkaran ve büyüklendiren bir unsur var; bu kimi insanda az kiminde ise zirve yapacak denli yükselen bir seviyeye ulaşmakta… İnsan kendini öncelediği sürece ve “keseri kendinden yana yonttukça” yaşanmakta olan toplumsal hayat birçok sorunu doğura doğura katmerleşmektedir. Çevresine duyarlı, paylaşımcı ve birlikte yaşamanın gereği ve dayanışmanın, birbirini öncelemenin hayatımızda bir yaşam tarzı olarak yer almadıkça toplumsal ahenk ve birliktelik, huzur ve mutluluk sağlanabilir mi? Yine öncelikle insan kendinde değil de genellikle sorunun kaynağını başka yerlerde araması, hep başkalarının yaptıklarının neticesiyle olduğu algısıyla avunması hangi sorunu nasıl çözebilir ki? Hani bir atasözümüz vardır: “herkes kapısının önünü temizlese sokak temiz olur” diye. Bir toplumu oluşturan her bir fert kendi üzerine düşüne layık-ı veçhile zamanında ve eksiksiz olarak yapma sorumluğunu yüreğinde ve vicdanında hissederek ve bunu bir hayat tarzı olarak içselleştirip yerine getirecek olsa, insanların şikâyetçi olduğu çoğu şey sorun olarak ortalıkta görünmez sanırım. Ama her şeyi başkasından beklemek ve örneğin araçla seyahat ederken çöpünü pencereden dışarı attıktan sonra şehrin neden yetkililerce temizlenmediğinden dert yanmak ne anlam ifade eder ki?
Toplum bireylerden oluşur. Kişlerin bireysel olarak yaşadığı hayat, iyisiyle kötüsüyle doğrusuyla yanlışıyla toplumsal hayatın şeklini, rengini ve huzurunu belirleyen temel kaynaktır. Kaynağın kalitesi şehir şebekesinden her haneye dağıtılan ve içilen suyun kalitesi gibidir aslında… Şebekede akan suyun kalitesi ve temizliği kaynağın temizliği ve kalitesiyle yakından ilgilidir. Kaynağı arzu edilen kalite standardına kavuşturduğumuzda en büyük ve en önemli kısmını çözmüş oluruz; şebekedeki aksaklıklar bir şekilde giderilebilir, ama kaynak?
Her birey, topluma katıldığı andan itibaren kendi davranışlarıyla çevresindeki insanları etkiler ve beraberinde kendi etkilenir; bu etkileşimlerin sonuçları, toplumsal yapının oluşumunda önemli bir rol oynar. Zira insanların tavrı ve duruşu, sosyal çevreleriyle kurduğu ilişkilerin temelini oluşturur. Kimi tavırlar, toplumda güven, saygı ve dayanışma duygularını pekiştirirken, kimi tavırlar ise ayrışmayı, güvensizliği ve çatışmayı besleyebilir. Sözün özü insan insanı etkiler. Meşhur atasözümüzde hep söylediğimiz gibi “üzüm üzüme baka baka kararır.” İşte bu etkileşim, toplumun “ak”lığını ve “kara”lığını, toplumun ahlakını ve dürüstlüğünü, gelişmesini ve durağanlığını ve hepsinden de öte temiz bir toplum oluşup oluşmayacağını, o toplumda yaşayan insanların her birinin tek tek ortaya koyduğu ve birbirini karşılıklı etkilediği iletişim sirkülasyonu ortaya koyar.
Kısacası mevcut toplumun hâl ve tavrı, hem bugünü hem de yarınlarda çocuklara bırakacağımız “dünya”nın nasıl bir dünya olacağının şeklini, ruhunu ve standardını belirler. Zira insanların tavırları toplumsal birlikteliğin hem yapı taşı hem de dönüştürücü gücüdür. Toplumun hangi istikamete dönüşeceğini fertlerin yöneleceği taraf tayin eder.
Fert fert insan düzelirse toplum düzelir nihayetinde.
Öyleyse öncelik her bir ferdin bizzat kendisidir. İyiye ve güzele, ahlaklı olmaya hep birlikte yönelmedikçe, nasıl iyi bir dünya bırakabiliriz; o masum, içten ve samimice söylenen şarkılarıyla çağrıda bulunan çocuklara…
Bugünü güzelleştirmenin, insanının mutlu etmenin yolu “Bir dünya bırakın biz çocuklara…” çağrısına kulak vermektir sanırım. Biz düzelirsek, düzelir dünya ve “bir dünya kalır çocuklara…”