reklam
reklam
DOLAR36,4703% 0.08
EURO38,3045% 0.16
STERLIN46,3599% 0.13
FRANG40,7535% 0.23
ALTIN3.385,38% -0,05
BITCOIN83.744,00-8.417

VAKTİNE KALAN SÜRE

:
için vakti

Toprağın orucu bahara kadar

Yayınlanma Tarihi : Google News
Toprağın orucu bahara kadar

Cahilliğin harcıyla örülen alıngan duvar! Duvar olsa dayanmaz oysa aymazlığa. Sarsıntıdan sakınma ilmini, eksik harcın cahiliyetine mi danışalım şimdi! Yıkık dökük niyetler diyet elbet, anksiyete rihterlerin enkazına! Kesik kolonların küstahlığı yine de! Sismik dalgalardır aslen eksik ilmihaller… Bilfiil izinde rasathaneler, alınganlık biliminin o derin tefekküründe…
Ateş düşürücü getirin, yanardağlar daha fazla kızmasın sonra… Aşın alevden dağlarını, aşabilirseniz nefesi kesilmeden evvel hevesinin santigratı. İhmalin gedik surlarında, sorumsuzluk çukurlarının yanı başında körebe oynuyor ihlâller…
Selin kabahatiyse de yağmura kanmak; taşan nehrin sabrını zorlayan kim, ey kendini heybetli sanan ihtiyar konak. Nasılsa hep sonradan tutulur tutanak, oysa dili tutulur nisyanının ve eteği tutuşur yolunu kaybeden suyun. Şehir uykusunu bölüp olanca kâbuslarıyla, etnografıyla kavgalı bir kavimdir baş başa. Nasılsa kadere laf söylenmez, kınanılır sonra, vicdanıyla harp eden yaşamak telaşı…
Tabelaların dili yabancı, sokaklar sanki başka lügatlerden ödünç alınmış kelimelerle donatılmış. Kent, kendi sesini yitirmiş bir yankı gibi, yüzdelere bölünerek başkalaşıyor; arttıkça artıyor okunaksızlığı. Harfler tanıdık ama anlamlar uzak; şehir, kendi alfabelerine bile gurbet olmuş. Caddeler, eski sözlerini unutmuş buruk bir hikâye gibi. Her vitrin camında, kente dokunmayan sözcükler. Kelimeler artık bu toprağın değil… Kitaplar harfleri tartıyor ama kefelerde ağırlık değil, yankılar birikiyor. Söz eğilip bükülmezdi belki, ama çizgiyi eğecektik; heykeltıraşın ustalığıyla yontan bir el gibi, demire şekil veren korlu bir ateş ya da… Kelimeler yetmezse, sükûtun da bir durağı var. Bir durak sonra… Belki de en derin cümle orada susuyor…
Bakmayın siz rağbetine, saçmalıyor reytingler; en az şarjörler kadar, tetikler kadar. Tarlalar, inatlar… Bonolar ve yarına çıkmaya senedi mi var, bilinemeyen hisse senetleri ömrün. Manasız kalsa da boş duvarlar, reklam panoları billboardlardan kopya çekiyor durmadan. Sınıfta kalıyor ekonomi her fırsatta. Alttan alıyor karneler. Açlık mı, soğuk mu, yoksa yorgun bir kurşun mu? Hangisi daha önce davranacak diye beklerken köşe başında canlı yayınlar; mahşere değil mavzere ve ayaza yenilgidir o minik masum bedenler. Bu savaş alanında sahne ışıklarına ve kostümlere hiç gerek yok, yamalı maskeler varken. Bulutun kabahati yok güneşi örten; yasalara bunca gölge düşmüşken… Tiyatral metinlere gerek yok usta yalanlarınız varken. Musikiye de hacet yok; bülbülün figanı kâfidir alımlı güle!
Deniziniz tuz borası, anladık. Kar buz derken yeri de mi çok tuzladık. Kesik atıyor caddeler bileklerine sokakların, bir ağaca ismini keskin bir bıçakla kazır gibi. Şehirlerin o devasa mezar taşları gökdelenler göremezken daha gözünün önünü, kara çalmak mıdır niyeti asfaltların. Nasıl çıkaracaksın bu karayı? Zifte bulanmış kararsız ve acemi adımların…
Peki, bunca gürültülü bu dünyanın taşınması gereken o sakin sokak nerede? Belki de dünyadan kaçmamamız için var mezarlıklar, gardiyan gibi duran demir parmaklıklar. Türbeler pusula kesilmiş neyse ki yolunu kaybeden biçare mezarlara. Haciz geliyor bütün yapraklarına ağaçlarının. Kuş yuvalarına dokunmuyorlar, ne gam. Meyve veren ağacı taşladılar az evvel, şeytan taşlar gibi. Mezarlıktan hiç meyve ağacı dilenilir mi? Medet umulur mu asi rüzgârdan… Geç gelmiş bir baharı apar topar getirsin diye…
Nazarı varsa da canın haddince; ömrün bereketli “Ramazan”ları var. Zamanın sabırlı iftarları sahurları var. Onca hataya nisyana rağmen, neyse ki rahmetin gölgesi hep var. Ve bir ay doğar usulca! Sığın. Ayların en alımlısına! Kandile hacet yok; göz şenliği kamer var. Âlemin yaratılışından bu yana, şemsine bir türlü kavuşamayan gece ve gündüzün sarmalında…
Toprak oruç tutar bahara kadar; zamanın yorgun avuçlarında. Hurma dalı tayin edilen yörüngesinde incecik narin bir ışık, bir içli dua gibi hilal var. Gökyüzü de oruç tutar yıldızlarıyla yanı başında. Gündüz sabrın ince ipliğinde yürür. Gümüş bir tespih gibi dökülür dakikalar. Dingin ve de sakin. İnanalar, kendi kalplerini dinler, sükûtun içinde yankılanan içli bir ezan gibi. Bereket ola o vakit gönlümüze hem dem…
Hoş geldin, devamız ey!
Olmak davamıza can suyu;
Ey Ayların Sultanı, ne iyi ettin de geldin;
Baharını bekleyen can toprağımıza…
Buyurmaz mısın dualarımıza, iftarımıza,
İftiharımıza gönlümüzün,
Ve ihtarlarımıza nefsimizin,
Bütün fütursuzluğuna rağmen üstelik
Keşmekeş nefesimizin…

YORUM YAP