
Ülkemizle ilk kez 2002 yılında Tokat’ta görülen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsü taşıyan ölümcül keneler yıllar içerisinde her yaz dönemi onlarca can alarak korku salmaya devam ediyor. Başta Kelkit vadisinde kâbusa dönüşen ölümcül kenelerle artık çok daha geniş bir coğrafyada karşılaşıyoruz.
KKKA Dünya’da ile ilk kez 1944 yılında Kırım bölgesinde tespit edilerek bilim literatürüne girdi. Adını da bu nedenle bu bölgeden aldı. Özellikle kenelerden hayvanlara ve insanlara bulaşabilen bu virüsün bir RNA virüsü olduğu biliniyor. Mutasyona uğrayan ve tedavisi buna bağlı olarak güçleşen bu virüslerin laboratuvar ortamlarında üretildiğine dair genel bir kanaat var.
Tarım ve hayvancılığın yaygın olarak yapıldığı ülkemizde kene çok bilindik bir böcek olup son 20 yıla kadar zararsız olarak kabul edilse de artık özellikle son 5 yıldır hayvancılıkla uğraşanların korkulu rüyası halini aldı. Kene popülasyonundaki ciddi artış vatandaşların da doğaya çıkarken endişe taşımasına neden oluyor. Bu virüsün kene yapışması dışında hayvandan insana, insandan inşada da bulaşması endişelere ayrıca arttırıyor.
Peki ne oldu da 2002 yılına kadar zararsız olan bu böcekler günümüzde insan hayıtını tehdit eder bir hal aldı? Bilim insanları KKKA için aşı çalışmalarını sürdürürken bu sorununda cevabını arıyor. Devam eder çalışmalar bize 850’ye yakın kene içerisinde sadece 30’a yakın kenenin ölümcül virüsü taşıdığı gösteriyor. Bu türlerin anavatanlarının ise bizden çok uzak coğrafyalar olduğu ortaya çıkıyor. Ölümcül keneler ve her geçen yıl popülasyonlarındaki artış akılara, biyolojik harp ihtimalini getiriyor. Yapılan istihbarat çalışmaları; özellikle turist kimliğiyle ülkemize gelen İsraillerin endemik bitki ve böcek türlerini toplayıp gizlice ülkelerine kaçırdıklarını ortaya koymuştu. O günler mana verilemeyen bu ilginç kaçakçılığı yapanlardan bazıları da güvenlik güçlerimizce yakalanmıştı.
Zamanla ülkemiz sınırları içerisinde geçmişte hiç karşılaşılmayan böcek ve bitkilerle karşılaşmaya başladık. Bunlar beraberinde alışık olmadığımız bitki hastalıklarını da getirdi. Örneğin; ağaçları kurutan böcekler, meyve ve sebzeleri tüketen vampir kelebekler, fındık gibi bitkilere zarar veren kokarca ırkı böcekler. Tüm bunlar aslında ülke olarak biyolojik bir saldırı ile karşı karşıya olduğumuz fikrini güçlendiriyor. Biyolojik harp savaş ilminin en gizemli ve en çok edici taktiklerinden biridir. Olgunlaşması yıllar, belki de asra varan bir süreç alır. Ancak etkileri konvansiyonel silahlara göre çok daha yıkıcı ve zarar verici olabilir.
Bu nedenle KKKA ile mücadelede aşı çalışmalarının yanı sıra bu tehlike, biyolojik saldırı ihtimali değerlendirilerek dana geniş çerçevede ele alınmalıdır. Diğer bölgelerde son yıllarda görülmeye başlanılan benzer zararlı böcek ve bitkilerle birlikte değerlendirilmelidir. Belki de ülkemizi ölümlerin ötesinde daha büyük tehlike ve tehditler beklemektedir.




