
İnsan fiziki yönüyle bedeni, et ve kemikten örülmüş, kaslarla birleşmiş, iskeletle ayakta duran bir varlıktır. Zamanın yıpratıcı akışına, hayatın fırtınalı devinimine karşı dayanıksız, kırılgan ve fâni bir cevherdir. Öbür yönüyle ise onu toplumda yücelten, çökertmeyen ve aşındırmayan kudret; ruhunun derinliklerinde inşa ettiği değerler bütünü, yani ahlakı, ilkeleri ve inançlarıdır. İşte bu değerler insana kimlik, vakar ve izzet-i nefs kazandırır.
Albert Einstein’ın veciz sözü bu gerçeği işaret eder: “İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, prensipleri, sorumlulukları ve inançlarıdır.” Gerçekten de insanın duruşu, cüssesiyle yani ne kadar etli kemikli olduğuyla değil, ne kadar sağlam bir ruh terbiyesiyle yoğrulduğuyla takdir edilir. Beden çökebilir fakat sarsılmaz değerler, insanıayakta tutar.
Sorumluluklar ve bunların gereğini yerine getirmek, bireyin hayatına anlam ve yön veren temel unsurların başında gelir. İnsan sadece kendi benliğini tatmin etmek için yaşayan bir varlık olmamalıdır. Ailesine, topluma ve hatta tüm insanlığa karşı hissettiği vicdani borcu vardır onun. Bu sorumluluk bilinci, onu bencilliğin kıskacından çıkarır ve daha kapsamlıbir bütünün tamamlayıcı unsuru yapar. Böylece insan, sorumluluklarının farkında olarak, onları layıkıyla yerine getirerek, kendi hayatının ve çevresinin etkin ve etkileyici bir mimarı ve öznesi olabilir. Bir babanın ailesine karşı duyduğu sorumluluk, bir sanatçının sanatına gösterdiği hassasiyet, bir yöneticinin çalışanlarına karşı hakkaniyetli tavrıinsanı olgunlaştırır, kararlılığını artırır ve ruhsal tatmin duygusu verir.
Ve inanç, insan varlığının en önemli dayanağıdır. İnanç yalnızca dinî kurallar ve ritüeller değil; iyiliğe, merhamete, ümit ve aşka olan güven ve bağlılık demektir. Hayatın zorlukları, acıları ve hayal kırıklıkları karşısında insanı yılgınlığa sürüklemeyen, güçlü duygudur inanç…
O nedenledir ki insanın toplum içerisinde onurlu, başarılı ve huzurlu bir hayat sürmesi, fiziksel gücünden ötemanevi ve moral gücüne bağlıdır. Yine gerçek başarıinsanın ne kadar zengin olduğuyla değil ne kadar onurlu yaşadığıyla; gerçek huzur isehayat koşulların mükemmelliğiyle değil, ruh dünyasının tutarlılığıyla öne çıkar. İnsan yalnızlık hissettiği anlarda bile, inandığı değerler ona sığınacak bir liman olur. Bütün fırtınalara rağmen dik ve ayakta durabilen ruh, her zaman en büyük zenginliktir kişi için. İşte bu yüzden, insanı ayakta tutan, etten kemikten oluşan bedeni ve maddi imkân ve makamıkadar, ruhunun derinliklerinde inşa ettiği,inandığı ve hayatına uyguladığı sağlam prensipleri, sorumluluk duygusudur aslında… Bu manevi miras, insanı insan yapan, insana şahsiyetli duruş kazandıran ve hayatın karmaşası içinde yitip gitmesini engelleyen hazinelerin başında gelir.
Gerçek başarı zenginlikle değil, onurlu ve saygın bir ömürle; hakikî huzur ise dış şartların kusursuzluğu ile değil, ruh dünyasının sağlıklı istikrarı ile mümkündür. O değerler ki, insana şahsiyetli bir duruş kazandırır, hayatın hengâmesi içinde kaybolmaktan kurtarır.




