Ocak ayının son Pazar günü Ankara’daydım.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonunda 2000 kişinin olduğu o muhteşem salonda iki saate yaklaşan bir müzikal vardı.
Hayat bazen böyledir; öyle şeylere tanık ediyor ki, bu coğrafyanın dününü, bugününü ve yarınını düşünebilme, görebilme ve değerlendirebilme imkânı veriyor insana… Bu akşam da onlardan birini yaşıyoruz…
Mekân olarak CSO Ada, Sabahattin Ali ve muhteşem bir müzikal…
Her birisi tarihimizin dünden yarına yaşanmışlıklarını ve geleceğe yönelik umut ışıltılarını yansıtan bir öykünün kilometre taşları adeta. Yine, bu coğrafyanın medeniyet yolculuğunda kültür hayatımızın bir serencamı gibi. Müzikal öncesi salonu dolduran insanların arasında otururken tarihin akışı içinde bir film şeridi geçiyor sanki gözlerimizin önünden. Bir siluet halinde geçen her bir kareyle zamana yolculuk yapmamak mümkün değil. Özgün bir sanat eseri olarak tasarlanmış ülkemizin önde gelen bu muhteşem salonunda Ferhat Göçer’in anlatımıyla Sabahattin Ali’yi dinlemek, müziğin, sesin ve öykünün eşliğinde Anadolu coğrafyasında bir geçmiş zaman yolculuğuydu; 21. yüzyıl Türkiye’sinde son bir asrın özetlenmiş kültürel tarihinde bir seyahat gibiydi.
“Başın öne eğilmesin / Aldırma gönül, aldırma” diyor Ferhat Göçer’in sesiyle Sabahattin Ali. Sinop Hapishanesi’nin duvarlarına çarpan hırçın Karadeniz dalgaları arasından “Başın öne eğilmesin…” sözleri yankılanıyor bu coğrafyada.
Salonun her bir köşesinde ve yüksek tavanında dalgalanan sesin mekânı ise, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın salonu. CSO, kurumsal olarak Osmanlı döneminde kurulan Mızıka-ı Hümâyun’un bugüne gelen devamı. Mekân olarak ise yenilenen ve 2020’de hizmete açılan ve tasarımıyla nev-i şahsına münhasır bir yapı. Ankara Kalesi ile Anıtkabir’i birleştiren aksın orta kısmına konumlandırılmış öncesi ve sonrasıyla Cumhuriyet tasvirinin odağında, şehrin sembol değeri niteliğindeki bir kültürel mekân. Yapılan bir yarışma ile seçilen tasarım için jürinin raporunda der ki “…belirli bir zaman dilimi için geçerli olabilecek bir tasarım dili ile ele alınmış bir yapıdan çok, kent ölçeğinde zamanla eskimeyecek bir simgesel davranış ortaya koyar.”
İşte bu mekândayız.
Üzüm salkımı şeklinde tasarlanmış 360 derecelik açıyla sahne etrafına kat kat yerleştirilmiş izleyici koltukları neredeyse tamamen dolu. 2023 kişilik salon. Ve sahne, orta kısımda ve aşağıda. Etkileyici ışıklandırma ve ses düzeniyle ve müzikalin atmosferine insanın kapılıp gittiği bir ortam.
Ferhat Göçer’i dinliyoruz.
Daha önce yaptığı albümünden oluşturduğu Sabahattin Ali şiirlerinin hikâyelerini o günleri yaşarcasına olayın içerisine çekerek anlatıp ardından parçayı seslendirmesiyle zamanın içinde akıp gidiyor insan. Bu ülkenin şehirlerinde, okullarında, hapishanelerinde bir dönemin sosyal ve kültürel hayatının hüzün dolu tablolarının arasında, yüreğinin derinliklerine gömülüyor dinleyiciler.
Sabahattin Ali, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri, romanlarıyla, hikâyeleriyle, şiirleriyle yazdığı metinlerle adı hep bilinir ve anılır olmuştur. Onun hayatı neredeyse hep sıkıntılar, acılar ve hüzünler içinde geçmişti. Tüm bunları yazdığı metinlerde ve şiirlerde görmek mümkün. Ferhat Göçer’in ilk seslendirdiği “Çocuklar Gibi” eseri bir özlemin, çocuk saflığına duyulan iç dünyasındaki tertemiz duyguların kelimelerle seslendirilişidir adeta. “Yüzün çiçeklerin en güzelidir / Gözlerin bilinmez bir diyar gibi” derken “hiç tükenmez bir hayat”ın, “Kırlara yayılan ilkbahar”ın, “hiç durmadan hızla çarpa”n kalbin ve “Göğsümün içinde ateş var gibi” harlanışıyla kavrulmuştur O.
Yozgat’tan Ankara’ya, İstanbul’a, Almanya’ya, Konya’ya biteviye savrulmuştur. İşten atılmış, geri dönmüş, uğraşmış durmuştur kısa hayatı boyunca onca mücadeleyi vererek. Konya’da bir dost meclisinde okuduğu şiiri üzerine devlet erkânına karşı sözleri nedeniyle mahkûm olmuş. Önce Konya’ya sonra Sinop Hapishanesi’ne gönderilmiştir. İşte hapishane şiirleri serisini, ulaşılmaz ve erişilmez, dünyaya kapalı kalın duvarlı bu zindanın duvarlara çarpan Karadeniz’in hırçın dalgalarının uğultuları arasında kaleme alır Sabahattin Ali. İçindeki öfkeyi, özlemi, umudu ve aldırmazlığı seslendirir şiirin içli ve güçlü formunda… 2017 yılında çocuklarımla beraber yaptığım Karadeniz gezisinde Sinop Hapishanesi’ni de gezmiştik. Sabahattin Ali’nin kaldığı odayı ve ürkütücü, korkutucu yerleri gezerken insanın içine düşen ürpertinin ve çaresizliğin esintisi iliklerimize kadar işlemişti. O, dünyadan kopuk ve uzak, ıssız ve korkunç hücrelerde fikirleri ve şiirleri hapsetmişlerdi. Ama o hücrelerde insan yüreğinde yeşeren şiirlerin bugün bu muhteşem salonda terennüm edilmesi ve hâlâ dalga dalga gönülden gönüle yayılması zamanın neleri mahkûm edemediğini hatırlatıyor sanırım. 29 Ocak 2023 Pazar akşamında Ferhat Göçer, Sabahattin Ali’ye ses olmuştu CSO Ada salonunda. Öyle ki, izleyicilerin isteği üzerine bir kez daha: “Başın önüne eğilmesin /Aldırma gönül aldırma” diyerek…
İki bölüm halinde ve iki saat süren müzikalin son sahnesi.
Yoğun alkışlar arasında Ferhat Göçer bir hakkı teslim ediyor: “Yedi düvel dolaştım, yetmiş yedi memleket gezdim, yüzlerce konser verdim ama gerek sahnesi gerek de izleyicisiyle böylesini görmedim.”