Aşina olduğumuzdan mıdır bilinmez, hayatı gelişigüzel yaşamakta üzerimize yok. Rutinin bağımlısı bireyler olarak, sıradanlığını sorgulayamadan geçen ömürlerin telaşıyla takvimlerinin rakamlarını sadeleştiriyor; başıboş günleri aylara, yıllara devrediyoruz. Devir teslimimiz hiç abartısız, ataletin beyhudeliği ile süslenmiş sade bir törenle geçiştiriliyor. Abesle iştigal ruhlarımız genel olarak sayıları saymaktaki maharetini ne yazık ki insanı sevip saymakta, mânâyı aramakta gösteremiyor.
Kendini ifade edemeyen kalabalık söylemlerin dalları kör makaslarla budanıp en heyecanlı yerinde sözü kesiliyor, yaşayışların tekdüzeliği gibi avare ve manasız kalıyor. Lisanı sakız gibi geveliyor, argoyu ağzından eksik etmiyor kalabalıklar. Ne dediğini bilmezmiş gibi ne yaşadığının da hesabını kimseye vermiyor. Bayağılığın kabarık faturası nezih kimselerin safiyetine ve tahammülüne kesiliyor. Sabır ve kahır iki kutbunda tahterevallinin. Aklımızla oyun oynuyor.
Tökezlemeden, kekelemeden akıcı bir şekilde sürekli konuşarak ilerleyen zamana durarak ve söylenerek ivme göstermeye çalışan bedbahtların abesliğine rağmen hayat olanca çevikliği ile devam ediyor. Dünya dönüyor gecesini gündüzüne katarak, ama dünyalılar gününü gün etmek uğruna tüm değerlerini ayaklar altına almaktan imtina etmiyor. Disiplinle yoğrulmuş matematiksel kâinatın zamane insanı avare dolaşıyor amaçsızlığın sokaklarında.
Tahammül etse de sayılardan ibaret bedenimiz bütün küsuratlara ve altın oranlara; gömleğini tersten giymiş dünyaya gözdağı veremiyor. Eklemlerimizin muazzam oranında payda da elini başına koymuş bir düşünce hayal meyal belirirken, payına bir miskinlik düşüyor kefeleri eksik terazilerin. Eksilerek ve eskiyerek sadeleşen dengemizin, bozulmayan tartısına fazla geliyoruz yine de. Koordinat düzleminin sıfır noktasına çakılı olan tembel adımımız, toprağın apsisini bir türlü hesaplayamıyor. Parmaklarımızın abaküsleriyle çok kafa yormadan çelimsizliğini bahane ettiğimiz tutkularımızı yutan eleman varlığının el çabukluğu ile kaybediyoruz.
Üç yüz atmış beş günün, altı saat küsuratı yük olmuyor da zamana, can sıkıcılığın tek bir saniyesi deviriyor bütün tamamlarımızı. Yıkıntılarından mesut olan kaç kişi kaldık ki sahi bu dünyada. Sorgulayan var mı tepkisizliğinin enkazını? Küsuratlarımızı alışkanlıklarımızdan sayalım saymasına, ama hiçbir meskene ve zihne sığdıramadığımız sonsuza kadar devreden sayılarımızı ve sanrılarımızı, uyanışlarımızın mukavemetiyle yuvarlayalım mı tam’a?