Antalya… Belki en çok gidilen şehirlerden biri; gitmek için birçok nedenin olduğu şehir. Sayısını hatırlamıyorum ama ben de çeşitli nedenlerle çoğu zaman iki üç günlük olmak üzere kısa süreli de olsa hayatım boyunca birçok defa geldiğim şehirlerden birisidir Antalya… Bu sefer de bir eğitim semineri vesilesiyle bir haftalığına Antalya’ya, Ankara’dan bir grup arkadaşla uçuyoruz.
Bu günlerin ülke gündeminde Expo Antalya var. Bizim de merakımızı celbeden özellikle Expo Kulesi’ni ve sergi alanlarını gezme düşüncesiyle daha otelimize yerleşmeden burayı görüp sonra geçelim diyoruz otele.
Ve Antalya havaalanından Ezpo’ya gidiyoruz ilkin. Fotoğraflarını gördüğümüz o modern tarzda inşa edilmiş kule, yanına geldiğimizde fotoğraflarından daha heybetli yapısıyla etkiliyor hepimizi. Türkçe karşılığı ‘sergi’ olan ‘exposition’ kelimesinin kısaltılmışı, 19. yüzyılın ortalarından beri düzenlenen bir dünya fuarı Expo. Ülkemizde ilk kez yapılan Expo resmî olarak 2016 yılının 23 Nisan-30 Ekim tarihleri arasında Antalya’da “Gelecek Nesiller için Yeşil Bir Dünya” felsefesi ve ‘Çiçek ve Çocuk’ teması ile düzenlenmiş olan uluslararası sergi organizasyonu. Bu organizasyon vesilesiyle 52 ülkenin 6 ay süre ile katıldığı sergi için 2012 yılından itibaren inşa edilen 20 bini kapalı 30 bin 500’ü açık olmak üzere 50 bin metrekarelik bir alan hazırlanmış. Bu alanın en dikkat çekici ve sembol yapısı ise Expo Kulesi, 114 metre yüksekliğinde ve 18 katlı… Üst katlarındaki seyir terasına asansörle çıkıyoruz, buradan Expo alanını, Antalya’yı ve Akdeniz’i seyrediyoruz grup arkadaşlarımızla birlikte
Manavgat’a gelmişken Aspendos’u, tarihin derinliklerinden gelen o sanat abidesini, görkemli tiyatro sahnesini güneşin bizi yakan sıcaklığına rağmen geziyoruz. Basamaklara çıkıp sahneyi, sahne arkasındaki blok taşlar arasındaki koridoru dolaşıyoruz yeniden. Sahnesine inip seslendiğimizde ya da sahnede olanların aşağıdaki konuşmalarını oturma basamaklarının en yüksek veya herhangi bir köşesinde olduğumuz anda dahi tüm netlik ve duruluğu ile duyabildiğimiz bir akustiğe sahip tiyatro binası. Roma döneminden kalma yapıya ait kitabelere göre 138-164 yılları arasında Zenon isminde bir mimar tarafından inşa edilmiş; 15 bin kişilik sağlam ve hâlâ ayakta duran ve zaman zaman konserler verilen bu açık hava tiyatrosu ziyaretçilerini hayran bırakmaya devam ediyor.
Antalya /Aksu’da Perge Antik Kentini gezerken bu düşünce zihnimde tekrarlanıp durdu. Aradan neredeyse binlerce yıl geçmiş. MÖ 2.000’li yıllarda kurulduğu tarihlenen bir kenti, kapıları, caddeleri, sütunları, stadyumu, tiyatrosu, su yolları sütunları ile hayranlık uyandıran intizam içinde planlanıp kurulmuş bir şehrin içinde geziyoruz. Öyle bir şehir düşünün ki sanat var, edebiyat var, bilim var, hukuk var, spor var, ticaret var, tarım var, etkinlik var, eğlence var…
Hititlerden başlayıp Bizans Dönemi’nde terkedilmiş bu şehir nedendir bilinmez sadece bugünlere hayretle izlenen yapılarını bırakarak tarih sahnesinden çekilip gitmiş… Ve Antalya Müzesi’ni gezerken bu kente ait o kadar çok ve her biri sanatsal değeri olan heykele ve kalıntılara şahit oluyoruz ki güçlü bir medeniyetin en çarpıcı kalıntılarıyla iz bırakmış bugüne… Bu kentten çıkarılanlar, müzede ‘Perge Tiyatrosu Salonu’nda özel bir bölüm olarak hepsi sergilenmekte. Perge’yi gezerken bu denli düzenli bir şehri kuran ve sanat eserlerini icra edenlere ait onlarca soru zihnimizde uçuşuyor…
Aynı döneme ait Side Antik kenti kalıntıları da bunun bir benzeri… Side’yi aynı düşünceler içinde geziyoruz. Döneminde bir liman kenti olan Side’nin en önemli özelliklerinden biri de tapınak bakımından zengin olması. Özellikle de ihtişamıyla hayranlık uyandıran Apollon Tapınağı dikkat çekici. Antik kentin Anıtsal Çeşme ve Sütunlu Caddesi’nden ilerlediğimiz de tarihî Agora Şehir Hamamı restore edilerek Side Müzesi olarak düzenlenmiş. Müzede yine bu bölgeden çıkarılan yazıtlar, silah kabartmaları, sunaklar, lahitler, heykeller ve mezar stelleri ile bahçesinde Tanrıça Nike Heykeli sergileniyor.