
Başta söyleyeceklerimizi şimdiden söyleyelim. Cumhuriyet Türkiye’si tarihinde yapılmış en kötü söylem ve sloganlardan bir tanesi “Her mahallede bir milyoner olacak!” sloganıdır. Sadece kötü değil, bu ülke tarihine yapılmış en büyük kötülüklerden birisidir.
Neden mi?
O kadar çok neden var ki, hepsini tek tek sayacağız. Ama…
Ama’ya gelmeden önce şunu ifade edeyim. Göç, kentlileşme ve kentlilik kültürü üzerine bir çok makale yalayıp yuttum. Hatta bir defasında “Hadi şunu kitaplaştıralım..” vaziyetini aldım.
Evet, gerçek o dur ki, Demokrat Parti iktidarının kapısını açan anahtarlardan bir tanesi, her ne kadar yukarıda ki söylem kabul edilse de, sadece iktidara giden yolun döşenmesi değil, ülkenin kalkınmaya giden yolun da o kadar erozyone uğratılması, deforme edilmesidir.
O tarihlere kadar kentli-kırsal yaşam oranı %70-%30 civarında iken, bu oran taşra nüfusunun ciddi bir şekilde azalması ve kentli nüfusun artmasıdır.
Öncelikle, henüz makineleşmesini tam sağlayamamış bir ülkenin tarım sal üretim kaynakları hızla azalmaya ve buna bağlı olarakta dövize bağlı ithal girdileri artmaya başlamıştır. Bugün geldiğimiz sonuç maalesef ki maalesef o yılların henüz görülmeye başlanmayan kabusudur, karabasanıdır.
Sadece o mu? Ya kültür asimilasyonu, getto’lar, suç literatürünün hızla kabarması, arabesk kültürü ve yozlaşma. Bunlar, bir milletin tarihsel kazanımlarının yavaş yavaş yok edilmesi için döşenen basamaklar değil mi?
Bu nereden aklıma geldi derseniz. Sabah gelirken, devasa apartmanlar gözüme çarptı. Hani o asansöründe bile alt katın, üst kat komşusunu tanımadığı, okula giden çocukların bile servis araçlarına, anne baba nezaretinde yolcu edilerek uğurlandığı apartmanlar.
Apartman kültürü, bu milletin dokusuyla hiçbir zaman bağdaşmadı ki zaten.
Apartman kültürünün, yoksunluk, yolsuzluk ve yoksulluğa giden bir kültür olduğunu açıkça belirteyim. Yoksunsunuz, sosyal yaşamdan, cemiyetçilikten, mahalle açıklığından.. Yolsuzluk, tırıva.. Suç çeteleri, mafyavari özenti..Uyuşturucu özentisiyle sokaklara bırakılan yüzbinlerce genç, yeni yeni türeyip, önce varoşlarda hayat bulan madde ve bunların bağımlıları.
Yoksulluk ise en başta yazdığımız gibi, önce tarımın ve üretimin azar azar bitirilip, hayvancılığın yok edildiği, şehirde hazır ve kolay para, taşı toprağı altın yalanlarıyla bir geleceği süsleyen zehirli yalanların ve zehirli yılanların bitirdiği hayatlar.
Kitaplardan önce tutulan valiz kolçaklarıyla fethedilen şehir kültürünün yok edildiği apartmanlar işte..
Bu işte parmak o kadar çok ki. Kültür emperyalizminin vahşiliği ile parçalanan ve milletçe sadece seyredilen bir yokoluş süreci. Kimi koyalım altına, Marşal yardımı denen vahşiliği mi, yoksa o vahşiliği bu topraklara davet eden, üç-beş safari geliriyle, günü kurtardıklarını düşünen bir avuç biçare mi?
O parmakların hepsi şimdi parmak kaldırmak zorunda ama.. Görelim o kırılası parmakları…
Nasıl kıydınız beyler, nasıl kıydınız? Bir ülkeyi apartmanlara tıkarken, hadi geleceği görmediniz de, vicdanınızda mı sızlamadı?
Sizde sızlayacak vicdan yoktu da, bari kemik kaldı mı?




