Ayşe Kulin bir yazısında derki “Bir kızın en sevdiği şarkıyı iyi dinleyin. Çünkü orada tüm söylemeye korktuğu şeyler gizlidir.”
Demek ki kimi insanlar korkuyor, çekiniyor veya saklıyor, kendini ifade edecek, umudunu, beklentisini, acısını, sevincini kısacası yüreğinde kaynaşan duyguyu daha çokta istediğini anlatacak sözleri söylemekten…
Bu hâli yaşayan çok mudur bilmiyorum. Ama bu hâl kişinin hayatındaki belki de en can alıcı bir ukde olarak kısa bir an, bir dönem veya bir ömür sürüp gidiyor olabilir. Bu hâl susmaktır, suskunluktur, sessiz kalmaktır. Bu sessiz kalış sükûnetin ifadesi değildir; bir kaçıştır, muhtemel bir korkunun sonucudur, bastırılmış çekingenliktir. Ya da bireyin, kendisini ifade edemeyişinin tepkisel tavrını iç dünyasının derinliklerinde kendi kendine haykırıştır. Görünmeyen ama hayatın akışında dışarıdan çok fark edilmeyen bir çağlayanın yüreğin derinliklerinde, zihnin labirentlerinde gürül gürül akışıdır bu tavır, duruş… Bir içsel kavganın mağlubiyeti…
İşte bu akışın seslendirilmeyen, kelimelere dökülüp ifade edilemeyen hâlin, her ne kadar bastırılsa da dış dünyaya tezahürü, kişinin sosyal veya kişisel hayatına yansıyan bir yönü muhakkak ki vardır. Kısaca kişi söze dökmese de bunu bir şekilde istemsiz de olsa yansır dış dünyasına… Kimileri bunu Ayşe Kulin’in ifadesiyle dinlediği şarkıların sözlerine, müziğine, kimileri resmettiği tabloya, kimileri yazdığı şiirlere sosyal medyada ki paylaşım ve beğenilerine örtük biçimde yansıtır farkında olmadan… Aşikâr edemez, alenileştiremez istediği gibi…
Bütün bunlardan ortaya çıkan husus ise şudur: aşikâr olmak ve saklamak her ne kadar bireysel bir tavır olsa da kişiliğin gelişimi, sosyalleşmesi açısından sorunlu alandır.
İnsan ruhu, duygular ve düşüncelerle doludur. Bu karmaşık yapı içinde, bireylerin kendisini nasıl ifade ettiği veya edemediği hâlleri hayatının şekillenmesinde derin izler bırakır, kişiliğini ve kimliğini oluşturur. Bireyin hayatında “aşikâr olmak” ve “duygu ve düşüncelerini ifade etmemek” arasında gidip gelen bir sarkaç sürekli salınıp durur.Her iki hâlin ruhsal yansımaları, insanın kişilik gelişiminde, insan ilişkilerinde ve yaşadığı hayattan memnun ve mutlu olmasında kısacası huzurlu yaşamında mihenk taşı niteliğindedir bir bakıma.
Aşikâr olmak, duygu ve düşüncelerin açıkça ifade edilmesi, bireyin içsel dünyasını dışa vurması demektir. Bu durum, birçok insan için bir tür özgürlük hissi yaşatır, kişisel güveni oluşturur. Kendini ifade edebilmek, bireyin kendisine olan güveni güçlendirir ve başkalarıyla derin bağlar kurmanın kapılarını aralar. Beraberinde samimiyet ve şeffaflık, ilişkilerini güçlendirirken, bireyin kendi iç huzurunu yaşamasına zemin hazırlar.Diğer açıdan aşikâr olmak, kişinin kendine ve başkalarına karşı açık sözlü bir bakıma dürüst olması anlamına gelir; bu dürüstlük, içsel çatışmaların azalmasına ve duygusal yüklerin hafiflemesine ve kişinin rahatlamasına yol açar.
Aşikâr olmak ve olmamak arasında bir denge kurmak, bireylerin içsel huzurunu sağlamasında önemlidir.Neyi, nerede, ne kadar saklı tutmanın ve aşikâr etmenin dengesini korumak sağlıklı ve huzurlu olmanın ana eksenidir. Kişi bilincini ve tavrını bu hususta dengeli tutabildiği ölçüde hem kendi iç dünyasında hem dış dünyasındaki ilişkiler zinciri ve uyumu açısından önemlidir.
Huzur, bireyin kendi içsel yolculuğunda kendisiyle barışık olmasıyla mümkün olabilir ancak…