Eli kalem tutan bir çok yazarın, hikayecinin, öykücünün meşhur diyalektiğidir. Filmin girişinde; elinde tahta valizi, yanında eşi ve çocukları ile Haydarpaşa Garı’nın arka çıkışında etrafı meraklı gözlerle seyreden, taşı toprağı altın olan bu şehirde, memlekette yaşadığı haksızlık ve Ağa’nın, Feodalitenin faşizan yönetimine baş kaldıramadığı yada kaldırsa da hep kaybettiği Anadolu çocuğunun İstanbul macerasına yelken açtığı sahneler.
Ve şöyle başlar haykırmaya.
“Sana yenilmeyeceğim İstanbul!”
Böyle başlar o tanıdık film. Sonu aynı şekilde hüsranla bitse de; hikaye hep böyle gelişir.
Genellikle de, ailenin erkek çocuğu bir mafya baronun yanında tetikçi, kızı Beyoğlu’nun neon ışıklarıyla gözleri kamaştırdığı arka sokaklarda, bir pavyon yosması, anne evlerde temizlikçi, baba ise varoluşunu, acıyla düşünmek arasında kaybetmiş bir kimlikle biter film.
Siz böyle sahneler hala yaşanıyor mu diye sormayın kendinize, yaşandığını bilin ve o filmi baştan bir daha seyredin.
O filmin senaryosunu yeniden yazmaya çalışıyoruz son 30 yılda. Arada bir film kopsa da, makinenin başında duranlar, kopan filmleri yapıştırıp yeniden oynatıyorlar.
O tanıdık ve bildik sahneyi hayatın her anında yeniden ve defalarca yeniden yaşayan bizler, sizler, herkes, filmin neresinde hata yapıldığını, senaryonun neresinin hatalı ve yanlış olduğunu bilirlerse, o elim ve acı son yaşanmaz diye umut ediyor ve bekliyoruz.
Trenden inilen o sahnede, sizi bekleyen aslında sizin beklemediğinizdir. Ancak çıkar ve şebekeleşmenin acımasız dişlisi; dönmeye ve sizi de o dişlilerin arasında ezmek için beklemeye devam eder durur hep.
Haksızlığın ve adaletsizliğin kol gezdiği, ayak oyunları, adam satmalar, adam ayarlamalar, hak etmeden bir yerlere çıkmalar, rüşvet, kirli para ilişkileri, acayip pis kokan ortaklıklar ve şehri mundar etmek için yeterde artar.
O sahnelerin yaşandığı bu şehirler olunca, pisliğe bir şekilde bulaşmadan yaşamak mümkün olmadığına göre, filmin sonunda kaybedenleri de biraz anlayışla karşılamak lazım.
Ama kaybetmemeleri içinde mücadeleniz varsa ortaya koyacaksınız.
Kimse üstüne alınmasın, hiç kimse ama hiç kimse kirli değil, sadece filmin senaryosunu hazırlayıp, fotoğrafın banyosunu yapanların ütopyalarını resmediyoruz sadece.
O resme iyice bakın ki, o tren garından indiğinizde, ahlaksızlığın, hastalığın ve kişiliksizliğin en ince ayrıntısının yaşandığı şehrin arka sokaklarında kaybolup gitmeyesiniz.
Sizinle aynı tencereye kaşık çalan duvarcı ustasının boş olduğunuz bir anda sizi en üst katlardan itmeyeceğine, aynı caddede tezgah attığınız bir başka işportacının sizi zabıtaya jurnallemeyeceğine garanti veremezsiniz.
Bugün çaresizliğinden dolayı, yanınızda gözüken, ancak fırsat bulduğu ilk anda soluğu efendilerinin yanında alacak olanlardan uzak duracaksınız.
Siz o dramı yaşamamak için o resme bir kez daha bakacaksınız. Resimde kim nerede duruyor, kime ne işaret veriyor iyice bakacaksınız.
Şeytan ayrıntıda gizli olduğu kadar, ayrıntı da resmin bütünlüğünün adını kor.
Bugün o resme baktığımızda gördüğümüz içler acısı durum, siyasetin olması gereken durum değildir.
O Haydarpaşa Garı, tren seferlerine kapanalı çok oldu.Tuzağınıza düşürmek için beklediğiniz o kapı artık yok.
Sağlıcakla kalın.