Atatürk hayattayken rızası olmamasına rağmen ilk heykeli 3 Ekim 1926’da dönemin İstanbul Belediye Başkanı Emin (Er)kul tarafından Sarayburnu’nda dikilmiştir. 26’dan 38’e kadar ülkenin çeşitli yerlerinde 13 anıt ve heykel daha dikilmiştir. Vefatından sonra bu sayı Menderes döneminde hızla artmış, okullara büstler, her kent meydanına heykeller dikilmiştir. 80 darbesinden sonra ise neredeyse her yerleşim yerinde bir heykel zorunlu hal almıştır.
Atatürk’ü koruma kanunu olarak adlandırılan 5816 sayılı “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar” kanunu Menderes döneminde 1951 yılında yasalaşmıştır.
Siluetini bozan binalarla tartışma konusu olan Anıtkabir’in ise 1944 yılında yapımına başlanılmış 1953 yılında Menderes döneminde hizmete açılmıştır. Cumhuriyetin Kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün mezarı ve mozolesinin bulunduğu bu dev yapı aynı zamanda büyük bir müzedir.
Bazen sapla samanı birbirine karıştırıyoruz. Anıt mezar ve müzeyi bir ibadethane ile kıyaslamak saçma sapan bir kıyas olur. Müzeyi inanan insanlar için manevi değere sahip önemli bir cami ile aynı kefeye koymak mantıkla ifade edilemez.
Atatürk hayatta olsaydı siyasi mirasına, hedeflerine, öngörülerine değer vermeyip kendi yaptırtmadığı heykellerine ve vasiyetine aykırı olarak defnedildiği Anıtkabir’e kutsallık yükleyenleri görseydi ne derdi bilemiyorum.
Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından biri olan Münir Hayri Egeli anılarında Atatürk’ün Orman Çiftliğine gömülme vasiyetinden bahseder. Anıttepe de değil Onman çiftliğinde gömülmek istemiş. Büyük ,üstü kapalı bir mezar da değil, mütevazi, üstü açık ve ağaçların arasında bir mezar istemiş.
Tartışılması gereken Anıtkabir’in siluetinin bozulması, müze ile caminin kısayı değil Ankara’da azalan yeşil, çarpık kentleşme ve yükseler beton yığınları olmalıdır.