Şunun şurasında ne kaldı ki? Herkesin, herkesimin hesabı da farklı düşüncesi de. Neredeyse 2 buçuk yıldır bir salgın süreciyle başı dertte olan, başta ülkemin güzide halkı olmak üzere, bilumum dünya halkları, yaşadıkları acınası günlerin faturasını ödeyecek insanlar arıyor.
Evet farkındayım. Halkımızın büyük ekseriyetle beklediği seçimler. İster yerel seçimler, ister genel. İnsanları geçmiş ve gelecekle hesaplaşacağı sandıklar olacak galiba. Aydınlanma sandığı bekleniyor, herhalde.
Kolay değil, bazen anlamaya, hak vermeye çalışıyor baştakilere, siyasilere, gündem yaratanlara. Ama anlayamıyorum. “But, I don’t understand.” Belki İngilizce bilen vardır. Türkçe söyledik anlamadılar, şekil çizerek anlattık anlamadılar, kupayla, korseyle, damacanayla anlattık anlamadılar.
Sanki birileri, bir şeylerin düzelmemesi için azami gayret sarfetmekte. Yapılanları sabote etmekte, ya da doğrunun üstüne iki yanlışı daha yaparak üç yanlış bir doğruyu götürsün çabasında.
Ancak halktaki geri bildirim bildiğiniz, bildiğimiz gibi değil. Artık kafasının tası atan, tasın içindeki süte bile “Yahu bu nasıl yeşil oldu?” sorgusunu soruyor.
Sorgu dedim ya!. Sorgu sual meleklerimiz var, Münker ile Nekir. Hani bizler öldükten sonra, kabre gelip, bize kutsal ahiret yolculuğunda referans olacak soruları soracak melekler.
“Rabbin kim, Peygamberin kim?”, gibi soruları soracak olan melekler. İşte o meleklerin soracağı sorular, sadece İslam fıkhı yada itikat esaslarından olmayacak böyle giderse.
Bize şunu soracaklarından zerre miskal şüphem yoktur. “Yahu bir Müslüman bir kere ısırılır, sizin ısırılmaktan koparılmış yeriniz, boş bardakta kaşık sallamaktan beyniniz kalmamış” Siz bu kadar nasıl düştünüz?
Her şeyi boşa olan dünyanın, her şeyimizi boşa çıkartarak peşinden koştuğumuz bir sandalın eninde sonunda varacağı o limanın meleklerine ne cevap veririz, bilmiyorum.
Birbirimizi kandırmaya çalışmamızı anlarım, çoğu zaman kandırırız da, ama var olduğuna inandığımız, ilahi bir gelecek yolunda, henüz tanışmadığımız, nasıl ve kabiliyeti hakkında sadece tanımsızlık yaptığımız bir adalet tecellisi ile baş edebileceğimizi düşünmek ahmakça olmalı.
Hadi ben birkaç kişiyi kandırdım, o birkaç kişi de başka birkaç kişiyi, birkaç kişi başka birkaç kişileri derken, ciddi ciddi bir büyüklüğümüz oldu ama eninde sonunda bu bütünlüğün tamamı kandırıkçı değil mi?
Kandırıkçı diye alınılmasın diye yazıyorum, yoksa başka başka tanımlamalar yapmak lazım.
Üçkağıtçı, yalancı, dolandırıcı vb, normalde bu sıfatların literatürdeki karşılığı bunlardır. Birbirlerini kandıran insanlara denir.
Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama, yeryüzünde yaşanan bütün dil sanatlarının kandırmaya dayalı olduğunu bilmiyorsak ta, öğrenelim.
Hayatın rol aldığı tüm yaşam formları kandırmaya dayalıdır. Siyaset, spor, sanat, kültür.
Şimdi ben farklı mı davrandım? Hayır, güzel bir yazı yazdığımı düşünerek, beğenmeyenlerin, beğenilerini değiştirmekte kandırmak değil miydi?
Galiba biraz öyleydi.
Yazıma tersten bakın, şöyle düşünün bence. “Bak, bize bizim her zaman kandırıldığımızı söyleyen birisi var, söylemese de, yazmış. Bundan sonra karar verirken, bir kez daha düşünelim bakalım.”
İşte onu dediğiniz anda, yüzünüzde bir nur belirecek ve aydınlacaksınız.
Aydınlanma çağına hoş geldiniz.
Sağlıcakla kalın.