Çevrenizde kimi insanlar vardır, cin fikirli dersiniz. Kimi var ki gel-git akıllıdır. Evham, kuruntu…
Eskiden davranış biçimi ya da “huy” diye nitelenen durumlar, şimdi rahatsızlık olarak kabul ediliyor, psikiyatri alanında türlü adlar altında anılıyor. Belki daha önce de vardı ama, bizler yeni yeni hastalık adları ile karşılaşıyoruz. Anksiyete sorunlar girdabında, huzur fukarası olanların hastalığı. Örneğin, Borderline adını ben bilmiyordum.
Merak edip “Borderline”ı araştırdım. Kelime “sınırda belirsiz anlamına taşıyormuş. Meğer kişilik bozukluğuymuş. Kişilik Bozukluğu Nedir? Nevroz ve Psikoz olarak bilinen iki ruhsal problem arasında sınırmış.
Borderline kişilik bozukluğu bulunanlar, anlık duygu değişimi gösterebiliyor. Bugün güzel dediğinize, yarın çirkin diyebiliyorsunuz. Gel, diye çağırıyorsunuz. Biraz sonra tersi oluyor. Bunların nedenleri, kapsamları, tedavileri uzmanların işi. Benim ki, ukalalık olur. Ama biz işi şakaya, şiire çevirelim:
Fısıltı gazetelerinde dolaşımda olan cinsiyet temalı şiirler vardır. Özellikle öğrenciler arasında elden ele gezer, kopyalanır. Onlardan birini Halide Nusret Zorlutuna ve Faruk Nafiz’e yakıştırırlar ve ikisini çarpıştırırlar. Kızlar ve erkekler kendi egolarını yarıştırırlar.
Halide Nusret’in “Git Bahar” ve “Gel Bahar” adlı şiirlerini sever ve sık sık alıntılarım:
“Çekil, bu gölgeli yolda gezinme,
Bahar, bakışların yine pek sarhoş!
Yanılıp gönlüme misafir inme,
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş,
Mâbeddir orası, meyhane değil.
Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler..
Ömrünün her günü bir başka düğün!
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Denize renginden bırak hediye,
Ufuklarda gezin, semaya süzül,
Kalbime sokulma “peymane!” diye,
Gördüklerin kandil… Peymane değil!”
Çoğu kişiler bu şiiri kalbi kırılmış karamsar ve umutsuz bir kadının dizelere dökülmüş duyguları sanır. Oysa gerçek başka:
Halide Nusret Zorlutuna, kendisini Türk milletinin sesi, yüreği ve vicdanı olarak görüyor ve Git Bahar şiirini milletin feryadı olarak kaleme alıyor. Osmanlı devletinin 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalamasıyla vatan toprakları düşman askerleri tarafından işgal edilmiş. Şair, baharla duyguları arasında bir bağ kurmakta. Mutlu değil hüzünlü. Çünkü vatan işgal altında. Yıl 1919. Birinci Dünya Savaşı’nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekesinin utanç verici ağırlık çökmüş. İstanbul’un düşman işgal idilmiş ve sınırsız zulümün ve işkenceler… Elbette 1919 yılının baharına, “Safa geldin, sefalar getirdin!” diyemezdi.
Aradan yirmi yıl geçmişti. Barış yıllarıydı. “Git bahar” diyen Halide Nusret, git dediği bahara adeta “Gel Bahar” diye yalvarıyordu:
“Gel bahar, erit bu yolun karını,
Geçen seneleri anmayalım hiç.
Dinle bülbüllerin şarkılarını,
Güllerin kıpkızıl şarabını iç
Bu dünya bir büyük meyhanedir, gel!
Saçında baygın bir gül kokusu var,
Dudakların kızıl, karanfil gibi.
Gözlerinde gülsün mine ışıklar,
Seninle büyüle çarpan her kalbi.
Bu hayat, zaten bir efsanedir, gel!
Şairimize, kovduğu baharı, yıllar sonra, yalvararak geri çağırtan, her halde, o sırada oturmakta olduğu Kars’ın uzun süren kışı ve şöhretli soğuğu değildi. Gayrı üzüntülü yılları geride bırakmış, mutlu bir aile yuvasında, huzur içinde yaşamaktaydı.
Demem o ki, git, derken şimde gel diyen Halide Nusret, “Borderline” değildi.