
İnsanın içinde var olan saf hâl, zamanla yitirilmiş gibi görünse de, aslında bir öz olarak derinlerde varlığını sürdürmektedir. Bir insan yaşlandıkça, toplumun dayattığı kimlikler, roller ve sorumluluklar sarar ruhunu. Ve yaş ilerledikçe, fiziksel olgunluk ve olgunlaşan düşünceler insanı daha güçlü kılar. Ancak duygusal dünyada, bir insan ne kadar büyürse büyüsün, acı ve hüzün karşısında bazen çaresiz ve yalnız kalır ve işte o anlarda içinde yaşayan çocuk masumiyeti varlığını hissettirir.
İnsan, yaşadıkça daha çok şey öğrenir, zorlukla karşılaşır, çok acı çeker, daha çok sınanır. Karşılaştığı her deneyim, kişinin içindeki masumiyeti yok etmese de gölgeler, derinliklere iteler genellikle… Ancak insan, yaşadığı bu karmaşık duygular arasında yine de, özünde varlığını sürdüren saf ve masum hâli bir yerlerde durmaya devam etmektedir. Gerçekten de insanın tavır alışları ve davranışları, zamanın içinde erozyona uğrasa da, onun özünde varlığını sürdüren saf hâl, zaman zaman bir kıvılcım gibi parlar. Belki bir çocuğun gözlerinde parıldayan, duruşunda gözlenen saf ve temiz hali gibi nükseder. Bu durumu daha çok ağlama anlarında fark eder insan.
Ağlamak böyle bir hâlin tezahürüdür işte…
Bir insanın ağlaması, çoğu zaman dışarıdan bakıldığında zaaf, güçsüzlük veya çaresizlik olarak yorumlanabilir. Ancak ağlamak, sadece bir zayıflık değil, aynı zamanda insanın ruh dünyasındaki en savunmasız ve doğal hâlinin dışa yansımasıdır aslında. İnsan ağladığında, herhangi bir maskeden veya rol yapmaktan uzaktır. Dünyanın önünde çıplak kalmıştır o anda. İnsanın çocukluk denilen o masum hâli bu anlarda kendini gösterir. O çocukluk hâli, hayatın karmaşasından, ilişkilerden, toplumun baskılarından ve bireysel sorumluluklardan uzak, saf bir duygunun zamana, zemine ve çevreye rağmen dışa yansıması olarak çıkar ortaya. Zira anlama ve anlaşılma anıdır. Necip Fazıl’ın dediği gibi “ağlamazsanız anlamazsınız.”
Saf olmak, her şeyden önce bir temizlenme hâlidir. Hayatın ağırlığı ve karmaşası insanı kirletir, yorar ve zedeler. İnsan büyüdükçe, içindeki çocuğun kaybolduğu hissine kapılır. Ancak o çocuk, derinlerde bir yerlerde hep vardır, sessizce ve unutulmuşçasına bekler. Yaşanılan kimi olaylarda karşılaşılan bazı durumlarda bir bardaktan boşalırcasına, aniden, kontrolsüz olarak tüm masumiyetiyle ortaya çıkar ve insanın tüm bedenini ve ruhunu kuşatır, sarar ve sarmalar. İnsan tüm kuşatılmışlıklarından arınmış olarak sadece kendisiyle baş başa kalır o an. İnsanın kendi olduğu hâldir bu.
İşte o an insan bir çocuk gibidir; kirlenmemiş, etkilenmemiş; saf ve masum…
Ağlamak, yalnızca gözyaşlarının damlaması değildir. O, ruhun en derin köşelerinden çıkıp dünyaya sesini duyurmak için çırpınan kişinin öz ve temiz hâlidir, sesidir, ifadesidir aslında. Kimi insanlar acı içinde sesini duyurmazlar, içlerine atarlar. Ancak yine de insanın içindeki çocuğun sesi her zaman kendini gösterir. Çünkü çocuk, henüz dünyayı ve kendini tam anlamadığı için, her duyguya saf bir biçimde tepki verir. Bir yetişkinin ağlaması, çoğu zaman bu saf duygunun yeniden ortaya çıkma anıdır.
Her ağlamanın arkasında bir arayış yatar; anlayış, sevgi, güven, özlem veya kaybediş… Tıpkı bir çocuğun annesinin kollarına sığındığı gibi, bir yetişkin de bu duygusal alanı, yalnızlığını hissettiğinde ruhunda dalgalanan masumiyetin dışarıya yansıyan kontrolsüz sığınma ve anlaşılma sesine sığınır ağlayarak. Her insanın içinde bir çocuk saklıdır ve her insan zaman zaman, kendini çaresiz hissettiğinde, ona sahip çıkan içindeki masum çocuktur. Çünkü bu çocuk, saf kalabilmenin, yeniden masumiyetin ve gerçek sevginin kapısını açmıştır ona, onu kucaklar, ona ses ve ifade olur.
Çocukken ağlamak, genellikle bir ihtiyaçtan doğar. Açlık, korku, yalnızlık veya kayıp hissi… Ama büyüdükçe, ağlamanın nedeni daha karmaşık bir hâl alır. Artık sadece fiziksel ihtiyaçlar değil, duygusal ve psikolojik ihtiyaçlar da devreye girer. Bir yetişkinin ağlaması, kimseye söyleyemedikleri, içine attıkları, yıllarca taşıdığı duygusal yüklerin birikmesinin anlık patlaması, önündeki bentleri yıkmasıdır.
Zamanla insan olgunlaşır, yaşanmışlıklar birikir, hayatla olan savaşı daha akıllıca, daha stratejik bir şekilde sürdürmeye başlar. Ancak bazen, ne kadar olgun olursa olsun, içindeki çocuk yine en derin yaralarını saklı ve bastırılmış duygularını açığa çıkarır. Ama her durumda, ağlamak insanın içindeki kırılganlığı açığa çıkaran, yalnızlık duygusunu seslendiren bir eylemdir. Bütün dış etkilere rağmen, ağlayan bir insan yine de kimsesizdir. Çocukken ağladığında etrafında anne, baba veya bir koruyucu vardı belki. Ama yetişkin olduğunda, bu desteğin eksikliğiyle yüzleşmektedir, yalnız kalmıştır. Çünkü çocuk olmak, sadece bir yaş dönemiyle değil, bir ruh hâliyle ilgilidir.
Bazen ağlarken bile kimse yoktur yanımızda, o yüzden içimizdeki çocuk acı bir şekilde yalnızdır. Zira insanın yaşı kaç olursa olsun ağlarken hep kimsesiz çocuktur.