Kim hatırlamaz ki ?
Dillere pelesenk olmuş, büyüğünden küçüğüne her yaşta ki insanın duyduğu, bildiği bir çocuk şarkısı vardı: “Bir dünya bırakın biz çocuklara…”
UNICEF’in 1979 yılında “Dünya Çocuk Yılı” için düzenlemiş olduğu yarışmada Adnan Çakmakçıoğlu tarafından yazılan ve birincilik ödülü alan çocuk şarkısıydı o: “Bir dünya bırakın biz çocuklara.” Salih Aydoğan’ın bestelediği bu şarkı çocuklar kadar büyüklerin de hoşuna giderdi ve zevkle dinlerlerdi. Başta 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olmak üzere çocuklara yönelik yapılan etkinliklerin çoğunda neredeyse vazgeçilmez bir şarkı olarak seslendirilirdi hep…
Bu şarkının yazıldığı ve bestelenip coşkuyla söylendiği günlerde çocuk olanlar bugün 50’li yaşlarını geçmiş durumdalar. Yani yarım aşırı geçti kısacası…
Peki, o günlerin yetişkinleri ve bu şarkıyı söyleyerek büyüyen o dönemin çocukları olan bugünün yetişkinleri nasıl bir dünyaya kavuştular? Ve şimdi bu yetişkinler istikbalimiz olan gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakıyorlar, nasıl bir şarkı besteliyorlar?… Bu şarkıdaki dizelerden biri de şuydu: “Bir vatan bırakın biz çocuklara / Islanmış olmasın gözyaşlarıyla.” Evet, o günlerden bugüne teröre binlerce şehit vererek vatan topraklarını hem gözyaşlarıyla hem kanlarıyla ıslatarak, yoğurarak ve canla başla koruyarak bugünlere geldik ve korumaya da devam ediyoruz, edeceğiz. Bundan hiç şüphe yok…
Ama bir de madalyonun öbür yüzü var.
Bu topraklarının genç ve yeni kuşağı, o günlerdeki duyarlılık ve hassasiyetle vatanını koruduğu gibi, bu toplumu toplum yapan değerlerinin, geleneğini, birbirine olan saygısını sevgisini ne derece korudu ve geliştirebildi dersiniz?
Biliyoruz ve şahit oluyoruz ki çağ dediğimiz zamanın şartları sürekli değişiyor, hayat anlayışı ve yaklaşımı ile onu yaşayanlar ve yaşama ortamları ise yenileniyor ve gelişiyor. Belki ekonomik ve konfor olarak o günlere göre kıyaslanamayacak denli daha ileri seviyelerdeyiz bugün; daha konforlu bir hayatımız var ve daha müreffeh yaşıyoruz. O günlerde ders kitaplarımızı alamıyorduk, almak için kitabı dahi bulamıyorduk çoğu zaman. Evlerimizde hatta mahallemizde dahi telefon neredeyse yoktu, şimdi ev halkının her birinin cebinde kendisine ait telefonu var, telefonlarının içinde ise “bir dünya” var. Karda kışta, soğukta ayazda kilometrelerce yolu aşarak gittiğimiz ve içerisinde yanan soba ile zor ısınan okullarımıza bugün kapımızın önüne gelen servis aracına binerek gidiyor çocuklarımız. Ve daha sayılamayacak onlarca şey hayatımızın içine öylesine yerleşti ki hayat da, insan da, çağ da değişti. Öylesine değişti ve gelişti ki dünkü yaşadıklarımız sanki çağlar ötesinin bir masalı gibi geliyor günümüz insanına…
Evet, “bir dünya bıraktık” bugünün çocuklarına… “Bir dünya”…
Geçenlerde sosyal medyada öyle bir paylaşım gördüm ki akıllara ziyan. Bugün ise başka bir haberi görüntülü izledim televizyonun haber kanallarının birinde. Durdum ve düşündüm. Çocuklara bırakmak istediğimiz dünya bu muydu? Gelişme yolunda adım atarak her geçen yıl milli gelirimizi bilmem kaç dolar yükselterek ilerlediğimiz dünya bu muydu?
Benim izlediğim ve her gün hepimizin yüzlercesine şahit olduğu, binlercesinden de haberimizin olmadığı ve bugün yeni dünyanın yeni nesilleri için sıradan olaylardan sadece küçük birer kesitti bu iki olay. Daha vahimi ve daha ürkütücü olanları ise televizyonların sabah ve akşam kuşaklarında, dizilerinde işlenen ve normal gibi sunulan içerikler. Öyle ki kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil. Kızarması gereken yüzlerin hiç ama hiç aldırış etmediği sahnelerde, bir toplumun en mahrem duyguları alenen sergileniyor adeta normalmiş gibi.
İzlemişsinizdir, sosyal medyadaki paylaşım şu: İzmir’de bir lisede öğrenciler ders anında “akıllı tahta”nın önünde, din kültürü öğretmenlerinin karşısına geçerek dans yapıyorlar, öğretmen sessiz… Diğeri Mersin’de bir okul müdürü ve oğlu, belediye otobüsünde engelli ve yaşlı iki ihtiyara saldırıyorlar, öyle saldırıyorlar ki yumruklar art arda iniyor ve hatta okul müdürü hızını alamayıp engelli yaşlının üzerine çıkıp vurmaya devam ediyor…
Muhakkak ki eğitim sistemini tenkit ederek konuyu münakaşa edebiliriz, bu hâle gelmenin nedenini birilerini ve eğitim sistemini suçlayarak izah edebiliriz. Ama suçladıklarımız da, eğitim sistemini yapan da, uygulayan da içimizden birileri veya bizim yakınlarımız. Yani: Ben, sen, o, biz, siz, onlar…
Okul müdürü muhtemeldir ki “bize bir dünya bırakın” şarkısının söylendiği dönemlerde daha çocuk yaştadır ve bu şarkıyı da söylemiş olabilir, yanında ihtiyarlara saldıran oğlu ise geleceğimizin teminatlarından birisi… Diğer olay ise düşmanı denize döktüğümüz güzide şehrimizin bir okulu ve o şehrin lise öğrencisi… Özetle bu ülkenin geleceğini omuzlarında taşıyacak öğrenciler yetiştirecek ilim ve irfan ocaklarının öğrencisi ve öğretmeni…
Hangi yorumu yaparsak yapalım, sanırım yetersiz kalır. Ne ilim öğretmekte “bir dünya” kurabildik ve bırakabildik ne de insan olmakta, aile olmakta “bir dünya”…
Her şeyin başı eğitim diyoruz, eğitim şart diyoruz, elhak doğrudur ama bu tabloları görmek için eğitim yapılmıyor olsa gerek.
İşte bugünlerde izlediğimiz, okul müdüründen öğrencisine ve öğretmenine, ülkemizin geleceğine ait “fragman” bu…
Dileriz ki bu “fragman”ın filmi bu ülkede gerçekleşmez.