Bazı hikâyeler vardır ki asırlar geçse de unutulmuyor.
Biz de misafirlerimizle birlikte asırladır unutulmayan hikâyeleriyle zihinlere kazılan üç ayrı mekânı görmek üzere Sivas gezimize devam ediyoruz. Behrampaşa Hanı’ndan Ulu Cami’ye, Gökmedrese’ye gideceğiz ve karşısındaki Aziz Vlas’a ve Çerkez’in Kahveye uğrayacağız.
Arap Şeyh Türbesi önünden Sivas Kalesi’ne doğru ilerlerken tüm heybet ve haşmetiyle karşımıza çıkıyor Ulu Caminin tuğladan yapılmış eğimli ve yüksek minaresi. Ulu Cami gerek sade yapısı gerekse çukurda kalmasıyla dışardan bir ilgi çekmese de kalın gövdeli ve eğik minaresi etkileyici. Caminin güneydoğu köşesinde silindirik gövdeli tuğla örgülü minare sekizgen bir kaide üzerine yükselmekte. Minare yana yatık haliyle Pisa Kulesi’ni andırmakta. Minareyi önce uzaktan sonra daha yakından dikkatle inceliyor misafirlerimiz. Sonra taş kemerli avlu kapısına yöneliyoruz caminin. Yaklaşık iki metre kadar çukurda kalan caminin avlusuna merdivenlerinden iniyoruz. Caminin ibadet mahalli, köprü kemerlerini andıran ve sahınlardan oluşan dikdörtgen şeklinde ama oldukça büyük bir mekân. Mihraba doğru beş kemer ayağı, kıbleye paralel ise on sıra halinde toplam 50 sivri kemerlerle birbirine bağlanmış çatısı. Anadolu’nun en eski camilerinden yaklaşık 750 yıllık. Cami için anlatılacak onlarca hikâyeden birisi ise Kuş Vakfı’na ait. Kuş Vakfı nedir diyorum misafirlerimize, hiç duydunuz mu? Diyorum.
Ders alınması gereken ve bugün yeniden hayata geçirilmesi gereken örnek bir vakıf bu.
Şehrin varlıklı eşrafından birisi verimli tarlalarından bir kısmını vakfeder. Vakıf Senedinde vakfettiği tarlalar her yıl ekilip biçilecek, elde edilen tahıllar ise, yılın 7-8 ayı kar altında kalan Sivas’ta, kuşlar aç kalmasın diye onlara yem olarak verilecek, şartları yer alır. Ulu Caminin müezzinleri ikindi ezanı için minareye çıktıklarında her gün karla kaplı cami damına tahılları atacak ve kuşlar onunla kış boyunca beslenecekler, aç kalmayacaklar. Vakıf senedinde bu görevi yapan müezzine de emeğinin karşılığı tarla mahsulünden verileceği belirtilmekte. Vakıf senedinin içeriği ise günümüz insanı için medeniyetimizin ve kültürümüzün esas unsurlarından biri. İnsanın ve yeryüzünde yaşayan her canlının nasıl önemsediğinin ve değer verildiğinin örnek bir belgesi ve hikâyesidir bu. Ecdadımızın her canlıyı aziz bilen ve onun için kurumsal nitelikte kalıcı akar bıraktığı ve uyguladığının bir numunelerden sadece biri.
Misafirlerimizle beraber Ulu Cami avlusundaki hazirede medfun olan bu şehrin son dönem saygın insanlarından İhramcızade İsmail Hakkı Efendi’nin kabrini de ziyaret ediyoruz, dua ediyoruz hep birlikte. Ve İhramcızade’nin bir sözünü hatırlatıyorum onlara: “muhabbet nazarıyla bakan noksanlık görmez.”
Camiden çıktıktan sonra Gökmedrese’ye yöneliyoruz.
Ve Gökmedrese. Bir Selçuklu eseri. Sağ tarafımızda Sivas Kalesi, sol taraf ilerimizde ise mavi gökyüzüne yükselen iki minaresiyle Gökmedrese. Medresenin önüne geldiğimizde duruyoruz ve hem medresenin taş ve mermer işçiliğini, mavi çinilerle tezyin edilmiş minaresini ve minare alt kısmına mermer üzerine nakşedilmiş Hayat Ağacı motifini izliyor, fotoğraflıyoruz. Taç kapı muhteşem, zarif ve ihtişamlı… İki katlı, ortası avlulu, etrafında dershanelerden oluşan yapıya görkemli taç kapısından giriyoruz. Geçiş aralığının sağ tarafında küçük ama huzur verici, mavi çinilerle süslü mescidi, sol tarafında ise medrese kütüphanesi yer alıyor. Üstü açık avlunun karşısında geniş bir eyvan ve iki yanındaki büyük yüksek salonlar yer almakta. Bu topraklarda asırlarca ilim mekânı olan medrese bugün Vakıf Müzesi olarak hizmet veriyor. Her bir oda da medresenin geçmişini ve bu medresede yazılan kitaplara, okutulan derslere, eğitim veren müderrislere ait bilgilerin yer aldığı modern tasarımla hazırlanmış odaları geziyoruz. Avlusunda toplu bir fotoğraf alıyoruz hatıra olsun diye.
Sivas’ın “Dar’ül Ülema” adıyla anılmasına sebep olan ilim mekânı Gökmedrese’nin hazin bir hikâyesi de var. Anlatılır ki Timur 1400’de Sivas’ı kuşatır. Şehir muhkem sularla çevrilidir ama kuşatma 18 gün ancak sürer. Şehri savunamayacağını anlayan o günün yöneticileri kan dökmemek şartıyla Timur’la şehri teslim etmek üzere anlaşırlar. Anlaşırlar ancak, Timur kan dökmez, şehri yıkar, yakar. Yaktığı yerlerden biri de Gökmedrese’dir. Gökmedrese’de okuyan öğrenciler yani halfeler dumandan boğularak vefat ederler. Onların naşları şehir surları dışına çıkarılır, Mısmırmak’ın ötesine boş tarlalara defnedilir. Bugün kabirlerin bulunduğu alan o günden beri şehrin mezarlığıdır. Adı da öğrencilere yani halfelere izafeten Halfelik Mezarlığı olarak anıla gelir.
Gökmedrese’den sonra hemen karşısında bulunan ve kazı çalışması yapılmakta olan Aziz Vlas kabrine geçiyoruz. Avrupa’da adına çok sayıda kilise ve manastır ithaf edildiği, Sivaslı Aziz Vlas 280-316 yılları arasında Sivas’ta yaşamış. Anadolu’da paganlık zamanında Tek Allah’a inanan ve halk hekimi, bilge ve manevi bir önder olarak da kabul görmüş yaşadığı dönemde. Ancak Sivas piskoposu iken inançlarından vazgeçmediği için 316’da Romalılar tarafından işkence yapılarak öldürülür. Ama ünü ve saygısı asırlardır devam ediyor. Öyle ki Aziz Vlas’ın birçoğu Fransa’da olmak üzere bini aşkın kilisede ismi hâlâ yaşatılıyor, çocuklara bu isim konuluyor. Defnedildiği yer ve ismine ve hatırasına olan saygı o günden bugüne Hristiyanların azizi, Müslümanların ise “göz evliyası” ve “boğaz evliyası” olarak devam ediliyor.
Kırk yıl hatırımız kalsın diyorum İstanbul’dan gelen misafirlerimize. Neredeyse birçoğu ögütleşmişçesine “Çerkez’in Kahvesi” diyorlar hemen.
Çerkez’in Kahvesi, 1940’lı yıllardan beri kahve ve sohbet müdavimlerinin değişmez mekânı, şehir dışından gelen konukların ise uğrak yeri olmuştur hep…
Afyon Sokak, Paşa Camisi arkasındaki Çerkez’in Kahvesine gidiyoruz. Asıl mekânın önünde çarşı üzerindeki açık alana değil, mekânın içine giriyoruz. Duvarlarındaki tarihi eser niteliğindeki eşyaları, kendine özgü yapısı, nostaljik havası, oturma masaları ve bölümleriyle farklılığını hissediliyor hemen. Uygun bir bölüme geçip çay ve akabinde kahvelerimizi söylüyoruz. Misafirlerimizin her biri farklı bir tarafa farklı bir rafa ve esere göz gezdiriyorlar. Çerkez’in Kahvesi yarım asrı fazlasıyla geçen geçmişi, müdavimleri ve burada yapılan siyasetten şiire, musikiye ve şehir ahvaline dair muhabbetleriyle ve özellikle kahvesiyle ve tabi ki kendine has adap ve usulüyle iz bırakan bir mekân. Sivas’ın bir değeri ve markası.
Geçmişin kahvehane kültürünü yaşatan gencinden ihtiyarına seçkin müdavimleriyle daima dolu olan mekânda kulpsuz ve incecik fincanlarında köpüğü bol olan kahvelerini yudumluyor misafirlerimiz.