Alabora olmuş, karmakarışık bir hayat yaşıyoruz… Değerlerin, normlann ve kıstaslann birbirine karıştığı, iyi ve doğrunun nerede ise anlaşılmaz bir biçimde farklı bir yoruma tabi tutulduğu, ahlakın ve ahlaksızlığın neler olduğunun tesbitinde bile yaklaşımının çok farklı şekillerde kabullenildiği ve alkışlandığı bir kültürel yapı içerisinde sürükleniyoruz…
Bu kültürel yapı insanımıza, sürdürmekte olduğu hayatın, daha mutlu ve huzurlu olması için katkıda bulunmaktan öte, daha çekilmez, daha ızdıraplı, daha stresli ve bunalımlı bir hayat kılmaktadır. Sürekli çıkış aramakta ve her bunalımdan çıkış için programlar ve paketler uygulanmasına rağmen bir türlü çıkışı bulmanın yerine yeni ve daha büyük bunalımlara sürüklenmekteyiz. Bu anafor içerisinde insanımız yaşadığı hayatın niçinini ve niceliğini anlamak değil, düşünmek hakkından bile çok uzak konumda bulunmaktadır.
İnsanların temel felsefe olarak hayatı, çok farklı yorumlamalara tabi tutmalarına rağmen, etkisinde kaldıkları kitle iletişim araçlarının ve çok yönlü çıkar çevrelerinin yönlendirdikleri boyutlar ve yaptıkları empozeler neticesinde genel olarak yanlış algılamalara ve yanlış sonuçlara ulaşmasına neden olmaktadır. İnsanların sonuç olarak ulaştıkları bu yorum şekli, bireyi, asıl varoluş sebeplerinin yaşamasını önerdiği nedenden çok ötelerde bir konuma sürüklemektedir.
Bunun farkında olmayan insanlar yaşadıkları hayatın kendilerine özgü, gönüllerince olması için çaba sarfettiklerini ama içerisinde bulundukları koşullar nedeniyle buna ulaşamadıklarını sanmaktadırlar. Yanlışlığa düşüşün sebebi bir bakıma buradadır. Ama sonuç, kişilerce öyle benimsenmiştir ki, kendilerinin zararına gerçekleşen bu yanlışlığın hem farkına varamamakta hem de yanlış yolda olduklarını fark edememektedirler. Aksine doğru yolda olduklarını çıkışın ancak böylece sağlanabileceğini savunmaktadırlar.
Hâlbuki doğum ve ölüm olayları, hepimizin bildiği ve gördüğü vazgeçilmez bir gerçek olarak gözümüzün önünde durmaktadır. Hayat olarak isimlendirdiğimiz ve yaşamaya çalıştığımız olay, doğum ve ölüm arasındaki anlam ve eylem yüklediğimiz zaman dilimidir. Ve bu zaman dilimi içerisinde bütün bir benliğimizle biz yaşamaktayız. Üzüntümüz, ızdırabımız, sevincimiz, zenginliğimiz ve fakirliğimizle…
1şte yaşadığımız bu hayata ne kadar farklı yaklaşırsak yaklaşalım, doğum ve ölüm olaylarını, zamanını değiştirebilmemiz, saptırabilmemiz, inkâr edebilmemiz ve tehir edebilmemiz mümkün değildir. Bu iki değişmez ve sarsılmaz gerçek tayin edildiği zaman geldiğinde gecikmeksizin gerçekleşecektir. Bu nedenle zamanını ve süresini tayin edemediğimiz bu ömrümüzde bize düşen sorumluluk sadece hayatımızı nasıl ve niçin geçirdiğimizi bilmemiz ve yönlendirmemizdir. İnsanoğluna kendisine tayin edilen hayatı yönetmek ve yönlendirmek sorumluğunu yüklenmiştir. Bu nedenle de, niçin yaşadığımızı ve nasıl yaşamamız gerektiğini bilerek bu hayata bir anlam ve değer kazandırmamız gerekmektedir.
Aslolan hayatı yorumlamaya şu ya da bu şekilde yaklaşmaktan öte, insanın yeryüzünde varolduğu süre içerisinde, rahat, huzurlu ve müreffeh yaşaması, bir insan olarak sürdürmek zorunda olduğu hayatın anlam ve gayesinin şuuruna ermesidir. Anlık ve geçici engellerin, sürükleyici ve cezbedici badirelerin tuzağına düşmemesidir.
İnsanı vareden Yaratıcı, ona yeryüzünde yaşadığı sürece huzurlu ve mutlu olabilmesi için takip edeceği yolu gösteren bir kitap ve bu kitabı açıklayıcı ve uygulayacı olarakta kılavuz olarak bir peygamber göndermiştir. Bunlarla insana iyi ve kötünün, yanlış ve doğrunun neler ve nasıl olduğunu açıklamıştır. Ve Yaratıcı, yine insana doğru ve iyi yolu takip etmesini ve yalnız kendisine kul olmasını istemiş, buna karşılık bu geçici dünyanın ötesinde varolan hayat için mükafaatlar vaadetmiştir. Bununla birlikte kötü ve çirkin yolları da göstermiş, bu yola sapılmamasını istemiş, aksine davrananların her iki dünyada da zarar ve hüsrana uğrayacaklarını belirtmiştir.
İnsan, önüne konan bu iki yoldan istediğini seçmekte özgürdür. Ve insan bu konuda serbest bırakılmıştır. Serbest bırakılmasının gerekçesi ise, yaşamış olduğu bu dünyada takip edeceği strateji neticesi elest meclisinde vermiş olduğu sözüne sadık kalıp kalmadığının sınavıdır… Yani insan yeryüzünde kul olabilmenin sınavına tabi tutulmaktadır. İnsanın tercihini Rabbinden yana mı, yoksa nefsinden yana mı yapmaktadır. Hayatta karşılaştığımız küçük-büyük her olayda gözetilmesi ve tercih edilmesi gereken husus bu noktada düğümlenmektedir… İnsan bu nedenle bu noktada sınavdadır… Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve güzeli seçme sınavına, kısaca kul olabilmenin sınavına tutulmuştur insan…
İnsanoğlu şikâyetçi olduğu tüm buhran ve sıkıntılar işte kişinin seçme özgür1üğünden yararlanarak, önüne çıkan geçici, aldatıcı ve cazip badirelere kapılmasına neden olan yanlış kıstas ve değer ölçüleridir.
Hayata, yaşanılan ve var olan dünyalar için anlam verebilmek, yeryüzünde varolmanın nedenini anlamakla mümkündür. Yılları yıllara ekleyerek, çok süratle tükettiğimiz ömrümüz, bir gün nihayete ermeden önce, her gün konuştuğumuz, eskittiğimiz ve ertesi güne faydası olmayan gündemin dışına çıkmak, mutluluğun, huzurun ve rahatın teminine neden olan kul olabilme yolunda bir gündem tesbitiyle varlığımızı sürdürmeliyiz artık…