reklam
reklam
DOLAR36,6874% 0.12
EURO39,9503% 0.14
STERLIN47,5012% 0.12
FRANG41,5439% 0.33
ALTIN3.527,91% 0,33
BITCOIN83.618,57-0.683

VAKTİNE KALAN SÜRE

:
için vakti

Bizim kadınlarımızın her günü kutlu olsun

Yayınlanma Tarihi : Google News
Bizim kadınlarımızın her günü kutlu olsun

Varsın Dünya Kadınlarının bir günü, ama bizim kadınlarımızın her günü kutlu olsun.

Şimdi, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan, Afganistan, Ukrayna ve pek çok yerdeki kadınların durumunu, içler acısı tablolarla sergileyebiliriz. Bir yandan bombalarla mücadele ederken, bir yandan tecavüze uğrayarak savaşta en büyük bedeli ödediklerini anımsayalım ve bir empati yapalım. Tanrı, beterin beterinden korusun.

Varsın Dünya Kadınlarının bir günü, ama bizim kadınlarımızın her günü kutlu olsun.

Bizim kadınlarımız bunu hak etmiştir. Niçin hak ettiğini anlatmak için şimdi değişik bir bakış açısı sunmak istiyorum.

Erzurum’da, dadaşlar diyarındayız. Sivas’ta “gardaş”, Elazığ’da “gakkoş” neyse, Erzurum’da “dadaş” odur. Yiğit, demektir, delikanlı demektir, kardeş demektir. Halide Nusret’in “Yayla Türküsü”ne kulak verelim:

“Bingöl yaylasında bin renktir bahar,
O güzel adına kurban yaylalar!
Bir yudum suyunda bin bir şifa var,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’

Gülüne başka gül uyar mı ola?
Türküsünü Tanrım duyar mı ola?
Düşümde gördüğüm bu yar mı ola?
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’

Damarında akan Türkün kanıdır.
Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;
Yayla Türkün canı, öz vatanıdır,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’ ”

Demirci’li Nazife Hanım, Bigadiç cephesinde askerlerimize ekmek götürürken Yunanlılar tarafından gözaltına alınmış. Sorgulanmıştı. Günlerce işkence görmüştü ama, Kuva-yı Milliye’nin yerini söylememişti. Düşmanların yüzüne, «Yerlerini bilsem bile size söylemezdim» diye haykırmıştı. Düşman Demirci’li Nazife Hanım’ı fırına atıp, yakarak hıncını almıştı.

Gaziantep’te Fransızlara karşı savaş veriliyor, Yirik Fatma’da yiğitlerimizin yanında yer almak istiyordu. Gelmesini istemeyenlerin karşına çıkmış, «Benim kanım, sizinkinden daha mı şirindir?» diye sormuştu. Yirik Fatma, düşmana ilk silah sıkanlardan biri olmuştu.

Mersin-Tarsus arasında çarpışan askerimize Gülsüm Bacı su taşıyordu. Silah almasına izin verilmiyordu. Bir gün eline geçirdiği silahı düşmana doğrultmuş ve iki el atmış, sonra «Artık ölsem de gam yemem» demişti.

Tayyar Rahmiye, Osmaniye’de düşman karargahına saldırmak için tereddüt geçiren askerlerimizin karşısına geçmişti: «Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürüklenmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?» diyerek ileri atılmıştı. Bu saldırı sırasında Fransız karargahının önünde alnından vurularak şehit düşmüştü.

Ayşe Hanım’ın, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki kahramanlığı dillere destan olmuştu. Toros Dağlarını çok iyi bilen Hatice Hatun, gerilla taktikleri uygulayarak, düşmana darbeler vurmuştu.

Adile Çavuş’lar, Ayşeler, Emineler, Melekler… Yüzlercesinin çoğu «Kara Fatma» takma adıyla anılmışlardı. Düşman işgaline karşı koymak için savaşan her Anadolu kadını bir Kara Fatma’ydı.

Kurtuluş Savaşımızın öncesinde de Kara Fatmalar vardı. Bunlardan biri, Malatya’ya bağlı Akçadağ’lı bir aşiret reisinin kızıydı.

Kara Fatma, pek çok savaşa katılmış, zaferler kazanmıştı. En parlak zaferini Doksan üç Harbi denilen Türk–Rus Savaşı’nda kazanmıştı. Ölümden korkmayan bu kahraman Türk kadını, Aziziye Tabyasında savaşmıştı. Bu büyük Türk annesi, askerin içeceğini, yiyeceğini hazırlamakta, yaralıları tedavi etmekte, omzunda yararlı askerleri hastaneye taşımaktaydı.

Ve daha binlerce meçhul kahramanın torunu oldukları için kadınlarımızın her günü kutludur. Zaman zaman “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya!” dediğimiz kadınlarımız, Tanrı korusun, yurdumuzun başına bir felaket geldiğinde birer kartal, birer kaplan olacaklarından hiç kuşku yoktur.

Bütün kadınlarımızın sembolü olan Nene Hatun’u anlatacağım:

Erzurumlunun; “Zulmün kara güllesiyle, topu önünde, / İmandan fukara olan eğilir. / Bir karış toprağın öz kıymetini / Toprağa kanını döken bilir” diyerek kurtuluşa ulaştığı gününün öyküsünü gelecek hafta yazacağım, Bugün amacım amacım Nene Hatun’u anlatmak.

Ruslar ve onların yardakçısı Ermeniler, kırk yıl önce de, 93 Harbi adıyla anılan Türk-Rus savaşında Erzurumlunun tokadını yemişti.

1877 yılı kasım ayının ikinci haftasıydı. Türk-Rus harbinin kanlı ve karanlık günleriydi.

Aziziye Tabyasını savunan bir avuç Türk askeri derin uykudaydı. Çevredeki Ermeni köylerinden harekete geçen kalabalık çete, sinsice Tabyaya girmiş, askerlerimizi kahpece kılıçtan geçirmişti. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de savunmasız kalan Aziziye Tabyası’na yerleşmişti.

Baskından kurtulan bir asker, Erzurum’a kara haberi ulaştırmıştı. Minarelerden sabah ezânı yerine “Moskof Aziziye’ye girdi!” sesleri yükselmeye başlamıştı. Bir anda bütün Erzurum ayaklanıverdi. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli, kadınlı halk Aziziye’ye doğru koşuyordu.

Kenar mahallede oturan bir taze gelin vardı. Kocası cephedeydi. Bir gün önce, ağabeyi cepheden yaralı gelmiş ve kollarında can vermişti. “Moskof Aziziye’ye girdi” seslerini bu taze gelin de duymuş, ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyutmuş, “Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah’a emanet ediyorum yavrum” diye mırıldanmıştı. Şehit kardeşini alnından öperken “Seni öldüreni öldüreceğim ben de” diyerek masanın üzerinden satırı kapmış sokağa fırlamıştı. O da Aziziye’ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasındaydı. Aziziye’de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başlamıştı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskof’un gırtlağına yapışıyordu.

İki bin Moskof askeri ölmüştü ama, biz de çok şehit vermiştik. Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Aldığı yaranın etkisiyle kanlar içinde yere yıkılmıştı. İşte bu taze gelinin adı Nene Hatun’du. Doksan sekiz yıl yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son yıllarını “Üçüncü Ordu’nun annesi” olarak geçirdi. 1955 yılında “Yılın Annesi” seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum’da öldü. Aziziye Şehitliğine gömüldü.

Aslında Nene Hatun; Şerife Hanımların, Kara Fatmaların, Topal Gülizarların hasılı bütün Türk kadınlarının sembolüydü.

Aziziye’de zafer kazanılmıştı ama, 3 Mart 1878 Ayestefenos (Yeşilköy) anlaşması ile, Rusların galibiyeti kabul edilmişti. Aynı yıl 13 Temmuz’da Berlin’de yapılan anlaşma ile Rus sınırı Erzurum’un doğusundan geçmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nda işgalci Rus Çarlık Ordusu’nun ilk hedefi Erzurum’du. Aralık 1914-Ocak 1915 Sarıkamış hezimeti, Rusların yolunu açtı. 11-15 Ocak 1916’da beş gün süren kanlı bir çarpışmanın sonunda Türk askerleri geri çekilmeye başlamıştı. 19 Ocakta Hasankale, 21 Ocakta Tortum düşmanın eline geçti. Düşman, 11 Şubatta Erzurum’a taarruzu başlattı ve 16 Şubat 1916’da Erzurum işgal edilmişti. Bu acılı günler iki yıl sürdü.

Safhalarını anlatmayayım. 10 Mart 1918’de Kâzım Karabekir Paşa’nın emriyle hareket eden ordumuz, 11 Mart’ta Ilıca kurtarıldı. 12 Mart 1918 günü, Erzurum’un esaret günleri sona erdi. Kısa zamanda bütün Doğu Anadolu Ermenilerden temizleyerek Anavatan’a katılmıştı.

12 Mart yalnız Erzurumlular için değil, insanlık için de oldukça önemli bir gündü. Çünkü akla gelebilecek insanlık dışı her türlü işkence ve katliamı gerçekleştiren Ermeniler, geldikleri yere gönderilmişlerdi. O Erzurum ki, bir süre sonra, Kurtuluş Savaşımızın, Cumhuriyet’e giden yolun en önemli kilometre taşı olacaktı. Yüce Atamız, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni gerçekleştirecekti. Erzurum hemşerisi, Erzurum Mebusu olacaktı.

Ne güzel rastlantı. Erzurum’un kurutuluşundan üç yıl sonra, 12 Mart 1921’de, Mehmet Akif Ersoy’un Mehmetçiğe armağan ettiği şiiri, İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti:

“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

Türk kadının özverisi, cesareti, namusu, vatan sevgisi saymakla biter mi?

YORUM YAP