Rasim Özdenören’in Mavera dergisinde okuduğumuz sekiz hikâyesi ile yazarın “oynanmaktan çok okunmak için yazdığını” belirttiği iki oyunu var Denize Açılan Kapı adlı hikâye kitabında..
Özdenören’in hikâyelerine daha gerçekçi bir yaklaşım için, her şeyden önce toplumumuzun geçirdiği değişimi ve özellikle Cumhuriyet dönemi içerisinde ki yapısını ve konumu iyi bilmemiz gerekmektedir. Bu değişim ayrı bir inceleme konusu, bunu bu dar çerçevelerimiz içerisinde burada anlatacak değiliz ama Rasim Özdenören’in hikâyesine yaklaşabilmemiz için Cumhuriyet toplumunun ve çok yönlü bir değişim süreci içerisine giren insanımızın değişimden etkilenişini, meydana çıkan yeni durum karşısında ki tavır alışını, toplum modeline katkısını, bunlarla olan pozisyonunu ve çatışmasını bilmek zorundayız ilkin…
Toplumumuz değer yargısı açısından büyük ve köklü bir değişim geçirmiştir. Bu değişimin temelinde ailenin ve fertlerin üzerinde çok yönlü ve girift etkilerine görülmektedir. Alışılmış ve yaşanılmış kısacası kimliğimizi belirlemiş bir kültür atmosferinin dışarısına çıkıp, çok yeni olan bize ve bizimle bağdaşması zor olan yeni bir kültürle karşılaşılmasının toplumda meydana getirdiği deprasyonları gayet güzel yakalayan Özdenören, usta kalemiyle bu tabloları hikâyeleştirmiştir.
Özdenören’in hikâyelerinde temel öge insan ve ailedir. İnsanımızın meseleleridir, bilinçli olarak veya olmayarak yaptığı hal ve hareketle iç dünyasıdır esas olan. Burada kaynaşan duygular, iç çatışmalar ve tepkiler yer alır hikâyelerde. Kısaca, hikâyelerinde temel unsur olarak bir yıkımdan geçmiş insanımızın çeşitli cepheleriyle ele alınışı yatmaktadır. Bunun üzerine bina edilmiştir…
İlk hikâye kitabı olan “Hastalar ve Işıklar”, birey etrafında dönmekle beraber, yukarıda değindiğimiz değişimden geçmiş fakat yerini dolduracak yeni bir değer yargısı ikame edememiş, yani çöküşün içerisinde çıkmış insanımızın iç çatışmaları ve sarsıntıları konu edilir. Çok Sesli bir Ölüm’de ise genel olarak bu durum biraz daha bireysellikten çoğula çekilerek, mevcut olan yani yaşanılmaya zorlanan hayat içerisinde insanımızın şu ya da bu şekilde isyanı, başkaldırışı anlatılır. Çarpılmışlar’da ise böyle bir atmosfer içerisinde yaşaması zorunlu olan ferdin yaşayış stili gözler önüne serilir. Bir çarpıklığı yaşayan insan, yaşadığı hayatın ve eylemin doğru ya da yanlışlığını ayırt edememektedir, değerlendirme ölçüsünü kaybetmiştir. Neye göre ve nasıl yaşdığını bilmeden, kendi yeni kurduğu çarpık mantığı çerçevesinde yaşamaktadır. Bu durum toplum kurumlarının ve kişisel hayat tarzlarının her alanına sirayet etmiştir. Küçük çıkışlar dışında bütünüyle kaplamıştır hayatı. Böylece bir çarpıklık yaşanmaktadır. Son hikâye ise kitaba adını veren Denize Açılan Kapı’da ise yukarıdan beri değindiğimiz olumsuz tavırlar içerisinde bocalayan insanın yerini bir çıkış noktası bulunan, insanı rahatlığa sevk eden, huzura sevk eden toplumun sağlığına kavuşma yollarını işaretleyen konulara giriyor. Yani müsbet tavrını ortaya koyuyor. Gül Yetiştiren Adam ise bütün bunların özü bir nevi tarihi süreç içerisinde ki akımı ve görünümüdür.
İşte Cumhuriyet dönemini, bu döneme getiren koşulları ve bu dönem sonrası insanımızın içerisinde bulunduğu kültürel, ekonomik ve sosyoloji durumunu ana hatlarıyla, fert ve toplum üzerindeki tesirleriyle bildikten sonra hikâyede işlenen konuları anlatılan olayların belirginleştirilen motiflerin nasıl can alıcı ve gerçekçi oldukları da net olarak anlaşılmaktadır.
Denize Açılan Kapı kitabında, Rasim Özdenören’in hikâyesinin temsilini ailenin oluşturduğuna değinmiştik yukarıda. Ocak hikâyeside tipik Anadolu ailesini anlatmaktadır. Açıkça belirtilmeyen bir suçtan dolayı hüküm giymiş oğul’un cezasını müteakip eve dönüşü ile başlamakta ve bir Anadolu kasabasının tasviri evin ve ailenin durumu ve münasebetleri özgün bir biçimde anlatılmaktadır.
Rasim Özdenören’in temiz Türkçesi yetkin uslubu içerisinde Anadolu kasabası hikâyeye yansımış, olaylar, kişiler ve özellikle şahısların iç dünyası ve iç dünyalarındaki yaşayışları katıksız ve gerçekçi olarak anlatılmıştır. Başarısının sırrı da bir yönüyle burada yatmaktadır. Yazar, kişileri çoğunlukla kendi söyleyişleriyle konuşturmadan kişiliklerini oluşturan iç dünyalarını objektif olarak yansıtmayı başarmıştır. “Bölmecenin önünde karım elinde havlu bekliyor. ben çıkınca havluyu uzatıyor. Kimsenin işitmesini istemediği bir sesle: ‘Hayın’ diye mırıldanıyor. Bu bir özlem mi, sistem mi, geç kalmış bir merhaba mı, nedir, bir türlü kestiremiyorum. Yüzüne bakıp kalıyorum öylece. Dalgın dalgın.”
Bir Adam, Karşılaşma ve O zaman hikâyelerinde ise kasabanın anlatımıyla birlikte, kimi hikâyelerinde bilinçaltı olarak işlenen bir motifin, bilinç üstüne çıktığı ve hikâyede odak noktasını teşkil ettiği görülmektedir. Hikâye geçmişte anlatılan bazı şeyleri hatırlayarak ve sebebini bilmediği bir nedenden dolayı “derviş” dedikleri bir adamın arkasından sürüklenişiyle başlar. “Erkenden eve dönmem gerekiyordu. Bulgur kaynatılacaktı. Kesinlikle evde bulunmam gerekiyordu. Ama, niçin “bu adamın arkasından” gelmişti. “Ne ki, bir soru bile değildi bu. Bu adamın o olup olmadığını merak ettiğimden değildi buraya gelişim, bir ‘şey’ çekmişti beni buraya, ama ne?”
Arkasından geldiği bu adam motifi karşılaşma hikâyesinde daha da açıklık kazanarak “bulmayı hiç düşünmeden ve bulacağını ummadan aradı, belki aramakta olduğunun bilincine bile varmadan” onun yoluna düşüp “kapıdan içeriye girdiler” Böylece önünde yeni bir ufuk açılır… Yeni bir dünyanın eşiğindedir. Bu bir kapıdır, ummana açılan, denize açılan kapıdır. Bağlanmadır
Rasim özdenören, tüm hikâyerinde olay örgüsünü sağlam temeller üzerine kurmuş, üslubunu olayın akışı ve gelişimi ile mütenasip bir şekildi sürdürülebilen bir sanatçıdır.