
Gözümüzün içine baka baka sessizce değişiyor hayat. Parmak uçlarımıza sığdırdığımız dünyada artık ne sıcak bir dokunuş kaldı, ne de göz göze gelmenin büyüsü. Sosyal medya, bir zamanlar uzakları yakın eden bir mucizeyken; bugün bizi en yakınımızdakilere yabancılaştıran, gerçeklikten koparan bir hayal makinesi haline geldi.
Yapay zekânın hayatımıza girmesiyle birlikte bu süreç daha da hızlandı. Algoritmalar, neye ilgi duyduğumuzu saniyeler içinde çözebiliyor. Hangi içeriği görmemiz gerektiğine onlar karar veriyor. Farkında olmadan kendi yankı odalarımızda, kendi düşüncelerimizle baş başa kalıyoruz. Zıt fikirlere tahammülümüz azalıyor, anlayış kayboluyor.
Eskiden bir ilişki iki kişi arasında yaşanırdı; şimdi ise üçüncü bir kişi gibi sosyal medya hep aramızda. Sevgiyi beğeni sayısıyla ölçen bir düzenin içindeyiz. Paylaşılmayan mutluluk yaşanmamış sayılıyor. İnsanlar, gerçek bağların emek istediğini unutup, “takip” ve “görüntülenme” ile tatmin olmaya çalışıyor.
Merhamet, yardım, dayanışma… Bunlar bir zamanlar komşunun kapısını çalma cesaretinde, yolda düşen birine el uzatma refleksindeydi. Şimdi ise bu duygular, sosyal medyada ‘hikâye’ olarak paylaşılacak birer içerik malzemesi. Yardım etmek, görünür olmanın bir yolu haline geldi. Niyetlerin samimiyeti gölgede kaldı.
En tehlikelisi ise yalnızlığımızın görünmez hale gelmesi. Kalabalıklar içindeyiz, ama kimseye gerçekten dokunamıyoruz. Sanal ortamda “varmış” gibi görünsek de, gerçek dünyada giderek silikleşiyoruz. Yapay zekânın geliştirdiği sanal karakterlerle konuşup, onları dost belleyecek kadar yalnızlaştık.
Bu dönüşüm karşısında belki de en çok unuttuğumuz şey, insan olmanın ne demek olduğu. Belki de yeniden sormalıyız kendimize: Gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa yalnızca paylaşıyor muyuz?