
Toplumların en temel ihtiyacı adalettir. Adaletin kaynağı ise hakikattir, doğruluktur. Bu uğurda verilen mücadelenin kutsallığı da ancak bu mücadelede kullanılan yöntemlerin temizliğiyle mümkündür. Çünkü doğruluk için verilen savaşta hile yapılmaz. Yapılıyorsa o savaşın tarafları kim olduklarını, neye hizmet ettiklerini bir kez daha düşünmelidir.
Tarih boyunca bütün çatışmalar, görünürde farklı gerekçelerle yapılsa da temelde hep aynı çizgide şekillenmiştir: İnananlarla inanmayanlar arasında. Buradaki “inanmak”, sadece bir dine mensup olmak değil; hakikate, adalete, kul hakkına, Allah’ın rızasına dayalı bir yaşam tarzına sadakati ifade eder. Gerçek mümin; menfaati için eğilip bükülmeyen, haksızlığa karşı çıkan, gerekirse yalnız kalan kişidir. Gerçek inanan, inandığı yolda verdiği mücadeleye; hileyi, torpili, kul hakkını karıştırmayan kimsedir. Devletinin kanunlarına harfiyen uyan kimsedir. Çünkü o doğru yolda yanlış yürünmeyeceğini bilir.
Ne yazık ki bugün, inanç kisvesi altında çıkar peşinde koşanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Kendini “hak yolda” olarak tanıtan bazı kişiler, ne yazık ki torpil mekanizmalarını işletiyor, rüşvete göz yumuyor, sınav sorularını çalıp hak etmeyenlere dağıtıyor, sahte diplomalarla liyakatsiz insanları makamlara taşıyor. Tüm bu eylemler, yalnızca adalet sistemini değil; inanç değerlerini de çürütüyor. Sahte diplomalarla hak etmedikleri makamlara gelenler sadece kendilerini ve onları o makamlara getirenlere çıkar ve menfaat sağlamıyor aynı zamanda devlet yapısını da çürütüyor. Devletin temellerini zayıflatıyor.
Daha da acısı, tüm bu yanlışlar, “bizden olsun” mantığıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Oysa haksızlık kimden gelirse gelsin, adı ister “bizimkiler” olsun ister başkası, yanlış yanlıştır. Kul hakkı yemek, sınav sorusu çalmak, torpille hak etmediğin yere gelmek, en büyük adaletsizliktir. Bunun adı ne olursa olsun, sonunda hesabı çok ağırdır.
Temiz toplum, sağlam inançla ve samimiyetle mümkündür. Samimiyet, sadece ibadetlerde değil; iş ahlakında, adalet anlayışında, kamu görevinde ve insan ilişkilerinde kendini göstermelidir. İman, kişiyi kötülükten alıkoymuyorsa; o iman yeniden sorgulanmalıdır.
İnanç sahibi birinin dürüstlükten sapması, sadece kendi şahsiyetini değil; temsil ettiğini iddia ettiği tüm değerleri zedeler. Bu nedenle hak dava, ancak temiz ellerle taşınabilir. Kirli yöntemlerle yürütülen hiçbir mücadele hak değildir, olamaz. Doğruluk için verilen savaşta hile yapılmaz, yapılmamalı.




