Yüzyıllardır bu coğrafyanın insanı olarak sürdüregeldiğimiz kimliğimizi, kişiliğimizi ve toplumsal dokumuzu oluşturan hasletlerimiz, kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazandığı ve insanımızı etkisi altına almaya başladığı günden beri çok ciddi erozyona uğramaktadır. Öyle bir yıpranış, çözülme ve bozulma başlamıştır ki, bize ait olan ve bizi biz yapan çoğu şey demode olmuş, hayatımızdan çıkıp gitmek üzere ve gitmiştir.
Yeni insan tipi yeni bir kimlikle tebarüz etmeye başlamıştır.
Çok tabidir ki sosyolojik yapıların ve insanın, kendi doğal süreci içerisinde değişmesinden daha normal hiç bir şey olamaz. İnsan dün ne ise bugün de aynı şekilde değişmeden ve gelişmeden hayatını sürdürmesi zaten düşünülmesi akla ziyandır. Böylesi bir durum hem eşyanın doğasına hem de kültürel değerlerimize uygun değildir. Bu nedenle insan gelişerek değişmeli, daha iyiye daha güzele ve daha yaşanabilir bir hayata katkı sağlamaya gayret etmelidir. Zira iki günü eşit olan zarardadır düsturu her gün daha iyiye ulaşmak için çalışılması gerektiği ifade eden ilkelerimizden biridir. Ama yaşamakta olduğumuz süreçte meydana gelen değişimin bu doğrultuda olduğunu söylemek ise ne yazık ki oldukça zor. Etrafımıza, mevcut durumumuza baktığımızda bundan giderek uzaklaşan ve yabancılaşan bir noktaya doğru hızlı bir dönüşümün olduğu apaçık ortadadır.
Olaylara bakışımız değişmiştir, olayları değerlendirişimiz ise ciddi mana da farklılaşmıştır. Değişmek doğaldır ancak olumlu ve müspet yönde olmayışı zorlu ve yüksek tepeleri aşan değil, tepeden aşağıya doğru yuvarlanışın işaretlerini taşımaktadır.
Öyle yüzyıllar ötesine değil daha bir kaç yıl öncesine ait olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirdiğimiz birçok husus artık aynı şekilde değerlendirilmemektedir ne yazık ki… Değerlendirme kıstaslarımız ve bakış açılarımız birbiriyle oldukça farklılaşmıştır; dün hatalı olarak yanlış olarak değerlendirdiklerimiz bugün sıradan ve normal olarak görülen bir yaklaşıma dönüşmüştür.
Geldiğimiz nokta, geleceği dikkate almadan, dünü neredeyse yok saymak, yarını dikkate almamak ve sadece bulunduğumuz günü, yani bulunduğumuz basamağı önemsemekte olduğumuzdur. Bu basamağa nasıl çıktığımız, çıkarken kimlerin ve hangi zorluklarla gayret gösterip bizim buraya kadar ulaştığımızı nedense değerlendirmelerimizde hiç dikkate almamaktayız. Bizim için bu basamak ve bu basamakta olduğumuz ve yaşadıklarımız önceliğimizdir ve önemlidir. Ve de o basamakta sahip olduklarımız değil sahip olamadıklarımız, sorunlarımız, sıkıntılarımız öne çıkmakta ve onları önemsemekteyiz. Onlardan şikâyet etmek en önemli yaşam amacımızdır adeta. Elde ettiklerimizle yetinmemek, ele geçiremediklerimizin neden bize verilmediğini sorgulamaktayız. Buradaki karşılaştığımız sorunları ve açmazları neden birilerinin bugün kadar hala çözmediğini, kendi üzerimize düşenleri yapmadan, dünü ve yarını unutarak çekinmeden ve sakınmadan ifade etmekteyiz.
Bu hızlı değişim, toplumsal hayatımızın ve insanımızın haliyet-i ruhiyesinin görünen sıkıntılı ve sorunlu yüzüdür. İlk bakışta değişim, gelişim ve ilerleme için önemli bir açılım olduğu düşünülse de altı doldurulmayan, içeriği beslenmeyen daha açıkçası neyi, nasıl ve niçin yapacağının bilinci oluşmadan kapılınan rüzgâr içinde savruluşun resmidir. Bu tablo bir toplumun gelişmesinin değil bozuluşunun, dağılışın badireli ve sorunlu atmosferinde baş başa bırakılışını göstermektedir.
Görünen o ki, değişim ve dönüşüm ayaklarını yere basmıyor, dünden izler taşımıyorsa ve ilerleye dönük değilse bozulmaya ve dağılmaya yönelik bir yuvarlanıştır.
Çok doğal olarak çoğu kimse değişim ve dönüşümün daha iyiye, daha güzele ve daha rahat yaşama koşullarının olduğu bir ortama yönelik olduğunu söyleyecektir. Görünüşte belki insanın yaşadığı konfor artmış, toplumun birçok alandaki refah düzeyi yükselmiş ve dün sahip olamadığımız birçok şeye bugün sahip olmuş olabiliriz veya daha hızlı ulaşıyor sayılabiliriz. Bütün bunlar maddi anlamda ekonomik göstergelere ve bazı parametrelere göre rakamsal anlamda daha yüksek olduğunu gösterebilir. Bütün bunlarla beraber, bu değişim ve dönüşüm sonucu gelinen nokta toplumsal tabanı mutlu edip etmediğine baktığımızda ise olumsuz görüntü ortaya çıkmaktadır.
Düne göre kişi evinde, çalışma alanında mutlu ve huzurlu değilse kendisini ailesini düne göre daha güvensiz hissediyorsa ve çocuğunun veya kendisinin geleceğini düne göre daha karamsar görüyorsa bu gelişim ve dönüşümün daha iyiye gittiğini ne yazık ki gösteremez, zira bu bir bozuluşu ve dağılışı işaret eder.
Ne yazık ki bugünü dünden bağımsız değerlendirmek, beslendiğimiz değerlerle irtibatımızı kesmeye ve köksüz kalan ağacın hafif rüzgârlarda dahi sarsılmasına yol açmaktadır.