Bilenler bilir, bilmeyenlerin çok fazla da önemi yok ama ben İletişim Fakültesi’ni bitirdim. Üstelik dört yılda. Teklemeden, tekerlemeden. Yani bir nevi mekteplisiyim bu işin.
Dama Çıkmış 1 Öküz ise, dijital baskı çalışmalarımıza örnek olacak bir kitap yüzü çalışmasıydı.
İçeriğinde, dramla karışık komedya’nın, aslında dramatik komedya’nın örneklerinden, hikayeler sunuyorduk okurlarımıza.
Genelde hafta sonu ne yazacağıma karar verirken, hafta içi, konu başlıklarını kendi sosyal medya havuzuma atar, , hafta sonu yazımı yazmaya başladığımda bu kaynağı kullanırım.
Bu hafta da öyle yapalım, hem yazıp, hem düşünüp, biraz tebessüm edip, biraz da üzülelim.
Zamanın ve dünyanın bir yerinde kralın hanımı hastalanmış. Onulmaz, iyi olmaz bir hastalık geçiriyor, ülkenin bütün hekimleri, lokmanbaşları, üfürükçüleri bir oluyor ancak bu hastalığa bir şifa bulamıyorlarmış.
Kraliçesini çok seven kral, hikaye bu ya, ülkenin dört bir yanına fermanlar, ulaklar çıkartmış. Davullar ellerinde bağıran tellalar, “Her kim ki, kralımızın hanımı, Durbi Sultan’ımızı iyileştirip, tedavi ederlerse, deve yükü ile altın, kağnılar dolusu mücevher verilecektir. Buda yetmez diyene, ayrıca Dörtistan diyarından atla üç günlük yol süren toprak verilecektir.
Ama kim ki, Durbir Sultan’ımızın yüzünü görüpte, elini tutupta, hastalığına deva olmazda, canını koyacak kefen, kellesini koyacak çuval getire.”
Ülkede onca hekim, hoca, üfürükçü ne varsa, cesareti olan saraya gider, gider ama çıkmazmış. Hem o çıkmazmış, hem de Durbi Sultan’ın hastalığı bitmezmiş.
Bu böyle sürerken, birgün sarayın kapısında bir delikanlı belirmiş, nöbetçilerle itiş kakış, mesele ne derseniz.
Delikanlı diyormuş ki, “Kraliçemizin derdine derman olurum, fakat şartlarım var.” Nöbetçilerde delikanlıya kızıyorlarmış. “Var git, delikanlı, onca hekim, hekimbaşı canından oldu. Gençliğine kıyma, tez git!”
Mesele yukarıya kadar çıkınca, kral adamını göndermiş, “git o delikanlıyı bana getir!”
Delikanlı huzura çıkmış, “Kralım, mevzuyu biliyorum, yapılacak olanı da biliyorum, benim bildiğim, kimsenin bilmediği değil. Ancak izin isterim, izniniz olursa müsaade ediniz, kraliçeyi ben iyileştiririm, ancak bir şartım var, ne yaptığım nasıl yaptığımı kimse bilmeyecek!”
Kral çaresiz kabul etmiş.
Delikanlı hazırlıklarını yapmış, kraliçenin olduğu odaya girmiş ve birkaç dakika sonra odadan çıkmış. “Kraliçemiz iyileşti, artık ayağa kalkabilir.” Deyince..
Kral sevinçle odaya girmiş ve göründüğü gibi kraliçenin iyileşip, ayağa kalktığını, yürüdüğünü görmüş.
Delikanlıya dönüp, “dile benden ne dilersen, ister saraylar, ister servetler”
“Yok” demiş, delikanlı, “Hiçbir şey istemiyorum”.
Bu mütevazilik, kralın bile şahit olmadığı derecede olunca. Kral, delikanlıya, “Senin bu kadar iyiliğine karşılık, altında kalamam, bu nedenle, kızımla seni evlendirip, ailemizin bir parçası olmanı istiyorum, bu kabul eder misin?”
Her masalın sonunda böyle enstantaneler yaşanıyor sansanız da, delikanlı kabul etmemiş.
Tabi bu ret cevabı kralın merakını daha da artırmış. Delikanlıya dönerek sormuş.
“Sen in misin, cin misin, Lokman Hekim misin, sen bu derde, bu hastalığa deva buldun, söyle nedir senin sırrın?”
“Ne inim, ne de cinim, sizin gibi bir ademoğluyum, anasız babasız büyüdüm, beni bir gemicinin yanına verdiler, o derya senin bu derya benim dolandım durdum bugüne kadar. Her gittiğim yer de bir ilim aldım. Her gittiğim limanda bir derdi, bir devayı öğrendim.
Derdi veren Allah, şifasını da verir, mesele arayıp bulmaktadır, görülmeyeni görmekte, duyulmayanı duymaktadır. Farklı olan,düşman değil, hasım değil, zenginliktir. O zenginliği paylaşan bilgidir. Paylaşırsanız zenginleşirsiniz.
Benim sizden hiçbir şey istememenin nedeni, zenginliğimdir, elimde avucumda yoksa, zenginliğimiz sizden fazladır.
Kral, söylenen sözden, her duyduğu cümleden bir anlam çıkartarak, aslında sırrın, farklılıklara kucak açmak olduğunu anlamış.
Sözün özeti budur, farklılıklarımız zenginliklerimizdir.
Sağlıcakla kalın.