Bir çoğunuza göre, aşağıya aldığım dizelerin, şiiriyeti olmayabilir. Ama temasını çok sevdim:
“Ömrün yerine ömrümü sarf etsem
Vadesi çabucak dolmasın diye.
Gözlerimi gözlerine vakfetsem
Kem gözlere muhtaç olmasın diye”
Sevgilinin kem gözlere muhtaç olmaması için, kendi gözlerini vakfetmek. Hayal de olsa, işte bir vakfa vücut veren temel anlayış bu.
Vakıflar Haftası, Mayıs ayında kutlanıyordu. Giderek heyecanını yitirdi. Sessiz, gösterişsiz. “Değerini bilmediğimiz milli değerimiz” benzetmesini doğrularcasına.
Vakıflar Haftası’nın amacı, vakıflara övgüler düzmek “..vakıf eserleri milletimizin mührüdür..” diye gurur okşayıcı nutukları atmak, vakıfların yardım kuruluşları olduğunu söyleyerek hayır yapanları abartılarla yüceltmek olmasa gerekir. Asıl amaç, vakıflar kuran bir ulusun devletinin ya da fertlerinin yüce felsefesini hatırlamak olmalı.
Kim ne derse desin, insanımız, yeniliklere ayak uydurmasını bilmişti. Maddi ve manevî çevresini güzelleştirmek, geliştirmek için çaba içerisinde olmuştu. Bu çabaların doğurduğu en köklü kuruluş, vakıflardı. Osmanlı’nın yükselme döneminde, öylesi gelişmiş ki, kurulan vakıfların, değişik birimlerinde, şehzadeler, saray ileri gelenleri, güzel sanatların her türü ile mimari alanda pek çok değerler yetiştirilmişti. Vakıfların işlevinin bunlarla sınırlı olmadığı, yardımlaşma, dayanışma ve toplumsal kurumlar arasındaki bağları geliştirdiği de bir gerçekti.
Vakıflarla toplumumuz birçok sosyal kuruluşa kavuştuğu gibi, yine vakıflarla, yardıma muhtaç bir çok insanımız, kimseye ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilmekteler.
Bir kutsal ayı geride bırakıp, birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi ve saygı duyguları içerisinde bayrama ulaşmak üzereyiz. Bu aydan almamız gereken pay; Peygamber Efendimizin sözlerindedir:
“Kendisi için istediğini kardeşleri için de istemeyen, gerçekte iman etmiş sayılmaz.”
“Kim bir kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü o kimsenin sıkıntısını giderir.”
“Kul, kardeşinin yardımına devam ettiği sürece Allah da o kula yardım eder. ”
“İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden hayırlı işler, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih bir evlât bırakanlarınki kesilmez.”
Peygamberimizin, . Medine’deki hurma bahçesini vakfedip, gelirini İslâm’ın korunması ve acil ihtiyaçlara tahsis ettiğini, Fedek hurmalığını da yolculara vakfettiğini biliyoruz.
Bizim tarihimizde vakıflar, İslâmlık öncesi dönemlere, Uygur Türklerine kadar gidiyor. Osmanlılar döneminde vakıflar büyük güç haline gelmiş, topraklarımızın büyük bir bölümü, vakıf arazilerine dönüşmüştü. Vakıflar öylesine yaygınlaşmıştı ki, bir adamın vakıf bir evde doğması, vakıf bir beşikte uyuması, vakıf mallardan yiyip içmesi; vakıf kitaplardan okuması, vakıf bir mektepte hocalık etmesi, vakıf idaresinden ücretini alması ve öldüğü zaman vakıf bir tabuta, konup, vakıf bir mezarlığa gömülmesi, mübalâğa değildi.
Fakirlere, dullara, öksüzlere, borçlulara, kap-kacak kıran hizmetçileri para yardımı yapmak; öğrencilere elbise ve yemek vermek, eğitim masraflarını karşılamak; evlenecek genç kızlara çeyiz hazırlamak için vakıf kuran hayırseverler bulunuyordu. Kaleminde mürekkep kalmayanlar için “Mürekkep Vakfı” bile kurulduğunu biliyoruz. Halka meyve ve sebze verilmesi, çalışamayacak derecede yaşlanan kayıkçı ve hamalların bakımının sağlanması, çocukların emzirilmesi, sokakların temizlenmesi, oyuncaksız çocuklara oyuncak alınması gibi birçok hizmet için vakıflar vardı. Kuşlar, kediler, köpekler için kurulan vakıflar bulunuyordu. Hayvanlar için çayır; sel, yangın, deprem, hastalık, fakirlik, borçluluk gibi zaruretlerin giderilmesi, acizlerin doyurulup giydirilmesi, tedavi ettirilmesi, iş yapacaklarla sermaye bulunması, borçtan mahkum olmuşların borcunun ödenmesi için “avarız vakıfları” kurulmuştu..