Öyle bir çağı yaşıyoruz ki…
Kan ve gözyaşının hiç bitmediği, savaşın acımasız şamarlarının insanlığının suratında patladığı bir çağda yaşıyoruz. Bu nasıl bir dünya, bu nasıl bir insanlık? Bu nasıl ilerlemiş, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler dünyası? Nerede herkesin dilinde âdeta sakız olan kadın hakları, sivil ve masumiyet savunucuları?… Akıllara ziyan…
Yaşadığımız dünyanın bugünü ve hemen yakın geçmişi hepimizin gözleri önünde işte. Yeryüzü coğrafyasının her bir köşesinde acının duyulmadığı, ıstırabın dinmediği, gözyaşının akmadığı gün neredeyse yok artık… Daha dün Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da, Ukrayna’da, Karabağ’da ve bugün 75 yılı aşkın bir zamandır durmayan, saldırgan zulmü bitmeyen ve uslanmayan vahşet sahnesiyle zulüm Gazze’de… Her coğrafyada küçücük sabiler, el kadar masum çocuklar, kadınlar, yaşlı beli bükülmüş yürümeye mecali olmayan ihtiyarlar, hayatını başkasının desteğine ihtiyaç duyan engelli insanlar ayırt edilmeksizin katlediyor, yıkılan binaların altında kalanların sayısı meçhul; hastalar, hastaneler, okullar, ibadethaneler, masum insanların oturduğu sivil binalar yağmur gibi gece gündüz aralıksız yağan bombaların altında.
Aslında bombalanan onlar ve oralar değil… İnsanlık bombalanıyor…
Demokrasi ve insan haklarının söylemlerde zirve yaptığı bu çağda insanlık bombalanıyor aslında.
Bombalar dün Bosna’ya, Karabağ’a bugün Ukrayna’ya değil Gazze’ye hiç değil, insanlığın yüreğine yağsaydı eğer, muhakkak ki bir yankısı, bir tesiri olurdu herhalde. İnsan olmak demek, yürek sahibi, vicdan sahibi olmak demek değil miydi yoksa? Bu çağın vicdanı, merhameti, hak ve hukuk taşıyan kıstası bombaların ucunda yağıyor olmamalıydı?
Anlaşılıyor ki, gücü elinde tutanların, lobisi güçlü olanların egemen olduğu bir dünyada kavramlar lügatlerde ifade edildiği gibi değilmiş. Süslenmiş cümlelerin cazip sloganları bir aldatmacaymış meğer…
Kitleleri avutan ve peşine sürükleyenler, onun yılmaz savunucuları, kendi çıkarlarına halel getirmeden daha da egemen olmaları için oltaya taktıkları aldatıcı yem durumundaymış demek ki o efsunlu kelimeler… Afrika başta olmak üzere Ortadoğu ve diğer stratejik bölgeler, yeraltı kaynaklarının zengin olduğu masum coğrafyalar asırlardır yokluğun, yoksulluğun ve en acısı da kan ve gözyaşının içinde… İnsanlar, evlerinden çıkarılıyor, yurtlarından sürülüyor. Sebebi: hiç. Sebebi: ?….
Çıkarlarını sürdürmek için her şeyi mubah gören çok uluslu şirketlerin tesirindeki devletlerin, demokrasi ve özgürlük adına gözünü kırpmadan insanlığı bombalamasını kim durdurabilecek? Durması mümkün mü?
Biliyoruz ve inanıyoruz ki, zulüm ile abad olunmaz. Ve hiçbir zulüm ilelebet devam etmez.
Dünyanın herhangi bir köşesinde, suçsuz günahsız insanları açlığa, yokluğa, evinden barkından, toprağından çıkarmaya mahkûm edenler, bir gün akıttıkları gözyaşının, döktükleri kanın içinde boğulurlar. Tarih, bunun binlerce örneği ile doludur. Ancak, zulmü yapanlarda, yapılan zulme taraf olanlarda, sessiz kalanlarda, yaptıklarının ve yapması gerekip de yapmadıklarının faturasını hesapların şaşmayacağı günde öderler.
Güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki…
Bütün mesele güçlü ve güçsüz olmakta düğümleniyor. Bugün hangi coğrafyaya bakarsak bakalım ezilen, sömürülen kan ve gözyaşının aktığı topraklarda yaşayanlar hep güçsüz bırakılanlardır, gücünü kaybedenlerdir.
Güçlünün vicdanına ve insanlığına seslenerek ne yazık ki bugüne kadar hak ve adalet tesis edilememiştir. Aynı yolu tekrar ve tekrar denemenin fayda vereceği görülebilir mi? Güç önemlidir, ama vicdan sahibi, adalet ve hak düsturuna inanan ve uygulayan olmak kayd ü şartıyla…
Öyleyse güçlü olmak gerekiyor.
Güçlü olmanın ilk ve şaşmaz altın kurallarından ilki hiç şüphesiz ki, her şeyden önce bir ve beraber olmaktır. İç çekişmelerin, küçük hesapların, araya sokulan fitne ve fesadın bir ve beraberliği ortadan kaldırılmaya yönelik kısır çekişmelerin tuzağına düşmemektir. Bu tür tuzağa düşenlerin güçsüz ve çaresiz kaldığı binlerce örnekle tarihi olaylarla apaçık ortadadır.
Bir diğeri ise çalışmaktır, üretmektir. Çalışmayan ve üretmeyenin güçlü olduğu görülmüş müdür? Sadece ekonomik ve askeri anlamda güçlü olmak değildir muhakkak ki; ekonomik olarak güçlü olmakla beraber, hakkın ve adaletin hâkim olduğu, vicdan ve merhametin, bilginin ve irade sahibi olmanın ana karakteri oluşturması esastır. Hak ve hukuk tanımayan bir ekonomik gücün tesiri olmadığı ise gözler önündedir. Yoksa güç bir zulme dönüşür tıpkı bugün yeryüzünün birçok köşesinde acı örneklerinin yaşandığı gibi.
Her zaman güç yeterli de değildir, güçlünün de değil. Zira Sezai Karakoç’un dediği gibi “Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için muhakkak bir Nuh’un gemisi vardır.”