Çık bakalım işin içinden çıkabilirsen. Piyasa, denge, döviz,iktidar-muhalefet, karaborsa,zamlar, harçlar hurçlar, derken, baktık ki, kördüğüm olmuş.
Kördüğüm olmayı bir kenara bıraktık, adeta kanser olmuş. Acil operasyona ihtiyaç vardı. Ancak kime? Yine yanlış zaman, yanlış mekan. Bir acayip insan. Yağmurun, kurumayı bekleyen, rüzgarda asılmış çamaşırları yeniden ıslattığı gibi, her şey silbaştan bir daha.
Döviz yok, kasa boş. Seçim önü bol bol verildi, alırken ses çıkmıyordu değil mi ? Şimdi neye veryansın ediyorsunuz.
Hoca Nasrettin, komşusundan bir kalaylı bakır kazan almış, aradan birkaç gün geçince, komşusuna kazanı götürüken, yanında da bir bakraç götürmüş.
Komşusuna teslim ederken, komşusu sormuş, “Hoca bu bakraç nedir?” O da şöyle demiş. Senin kazanı, bir ibrikle evlendirdim. Bu bakraç doğdu, bu senin hakkındır.”
Komşusu sevinmiş, almış bakracı, doğru mutfağına bir köşeye yerleştirmiş. Aradan birkaç ay geçmiş, hocaya yine kazan lazım olunca, yine komşusunun kapısını tutmuş. Kazanı istemiş. Komşusu sevine sevine vermiş kazanı. Öyle ya, kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi?
Kazan gelmeyip te aradan birkaç gün, birkaç hafta birkaç ay geçince, komşu dayananmış ve Hoca Nasreddin’e kazanı istemeye gitmiş.
Hoca bu defa. “Komşu demiş, senin kazan öldü, o yüzden getiremedim.” Komşu tuhaf tuhaf, Hoca’nın yüzüne bakıp, “Hoca ya, böyle saçma bir cevap olur mu, hiç kazan ölür mü?” deyiverince.
Hoca komşusunun yüzüne bakıp, “La gıdık, kazan doğurturken, ibrik doğuruken, barkac’ı evlat edindin, ona inandın, barkaca da yumuldun, öldüğüne niye inanmıyorsun o zaman?” demiş.
Şimdi bazı arkadaşlar, siyaseti kör sağır olmamaya gayret edenler, “Yahu bu nereden çıktı, bu harçlar, bu zamlar oldu mu diye soruyorlar.
Bende diyorum ki!..
Kazan doğururken, löp löp götürüyordunuz, şimdi niye bu veryansın.
Oldu mu şimdi bu cığızlamalar, olmaz, yakışmaz.. Yaprağını yerken kımıl kımıl, sapına gelince, mee. Yakışmaz bize dostlar. Acı günde de, iyi günde de beraberiz. Beraber gülüp, beraber ağlarız. Beraber ıslanır, beraber kurulanırız. Nedir bu telaş, bu panik.
Yedin yağlı tayini, papaz bekler ayini . Seni gidi köftehor, çok kıvırma şeyini. İşte size bir Anadolu manisi. Günün anlam ve önemine dair. Her yağlı lokmanın, üstüne soğuk su içmek lazımdır. Bugün geldiğimiz durumda işte budur. Soğuk ve buzlu bir su, bu Temmuz sıcağında iyi gider. Tıpkı yağlı tayinin, boğazdan löpür löpür geçip gittiği gibi.
İşin gırgırı değil bu ironisi. Çünkü anlattık, kupayla anlattık, kalemle tornavidayla, ağaçkakan kuşuyla anlattık. Siz kamu israfı önlemeden, sokağa atılan milyonlara dur demeden, bu değirmen fazla dönmez, bir an gelir su tükenir, taş yanar diye haykırdık.
Evet şimdi su tükendi, Sivas şehrinin suyunun tükendiği gibi, taş da yanıyor ha.. Yanmıyor sanmayın..
Dilimizde tüy bitti, kafamızda saç kalmadı, sonu hüsrana giden bir serüvenin Kaptan Jack Sparrow’u olmayınız, bu gemi en küçük fırtına da kayalara çarpar dağılır diye feryadı figan ediverdik.
Nafile edivermişiz işte.
Kayalara çarptı, dağıldı şimdi şimşek gibi inecek bir el bekleniyordu. O el geldi ama kimin cebine derseniz. İşte orada anlaşamıyoruz. Ben diyorum ki, bu ülkenin kaymağını yiyen, vergi levhaları hep zarar üstüne zarar yazan meslek gurupları var ya, onları yakalayınız.
Araba araba, altın pırlanta taş götürüp, kat üstüne kat çıkartırken, satmadan kazananları bir ziyaret etseniz.
Çok da güzel olacak. Umarım her şey güzel olmasa da, bir çok şey güzel olsun artık.
Sağlıcakla kalın..