
Uzun zamandır içimizde biriken yangınları, biraz serinlik umuduyla dindirmeye çalışıyoruz. Oysa unuttuğumuz bir gerçek var ki; gerçek serinlik ancak temiz bir niyetin, arınmış bir gönlün içinden doğar. Karanlık ve kasvetle dolu bir kalbin gölgesi ne sahibine ne de çevresine huzur verebilir. Temiz bir yürek taşımadan atılan her adım, gölge etmeyen bir ağacı sulamaya benzer ne meyve verir ne serinlik. Bu yüzden insan, hem kendi içindeki ateşi söndürmeyi bilmeli, hem de başkasının yanışına su taşıyabilmelidir. Çünkü hayat, ancak birlikte serinleyince anlam kazanır.
Her neye niyetlenmiş isek, dinlemeyi ve anlamayı bilmeliyiz öncelikle. Lâf kalabalığı içinde boğulmuş bir çağın içinde, suskunlukla anlatılan nice haykırış var ki duyanı ve anlayanı bekler hep. Dinlemek, yalnız kulağın değil, kalbin katılmasıyla, kendini vermesiyle olur. Dinlemek, muhatabına ‘sen varsın’ demektir, seni anlamaya çalışıyorum, demektir. Zira, bir yüreğin yangınına su gibi değen tek şey, anlaşılmaktır. O nedenledir ki dinlemek, sadakatle örülmüş bir sığınak kapısıdır; oradan girilir ancak gönüllere…
“Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez.” derler. O yollar, ne yazık ki günümüz dünyasının karmakarışık atmosferinde öylesine kapandı ki değil çevresine neredeyse kendisine sağır oldu adeta… Haliyle vefasızlık hayatın dışında kaldı, unutulmaya yüz tuttu. Oysa bir selâm, bir nasılsın demek, o köprüye ilk adımı atmaktır, iletişimin başlangıç kelamıdır çünkü. Eskiler, bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır derlerdi. Günümüz insanı artık hatır değil, ince ve sinsi hesapların peşinde olmayı marifet sayıyor ne yazık ki… Oysa sıcak bir kelam yürekten söylenen bir cümle, çoğu gönlü ihya eder. Ve menfaatin olmadığı yerde samimiyet yeşerir. Samimiyetin olduğu yerde ise rahmet…
Söz ya bir diken olur ya da bir melhem. Kırıcı lâf kılıcı, yürekleri yaralarken; hikmetle söylenmiş bir kelâm, gönlü cennet bahçesine çevirir. Konuşmadan evvel niyete bakmalı: “Bu söz, karşımdakini incitir mi? Yoksa ferahlatır mı?” Zira rahmetsiz söz, kuru gürültüden öteye geçmez ve etkisi olmaz. Lâtif bir söz, kimi zaman bir ömrün yükünü hafifletir. Ne yazık ki, kelâmı taş gibi atıyoruz birbirimizin gönlüne. En çok sevdiklerimize batıyor dilimizin kıymıksı ucundaki hoyratlıklar. Ne inciten farkında ne incinen ses çıkarıyor. Bir sükût, bir içe gömülüş yaşanıyor küskün yüreklerde… Ve nihayetinde bir kere kırılan testi, su tutmuyor artık…
Paylaşmak, yalnızca elde olanı ya da malı bölüşmek değildir; vakti, sevgiyi, duayı da bölüşmektir, zaman ayırmaktır. Eskiler, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” derken, sadece aştan bahsetmez, gönül açlığına da işaret ederdi. Bugün belki bir tas çorba değil ama bir gülümseme, bir teselli kelâmı bile, bir omuz omuza yürüyüş bile nice gönüllere ferahlık sağlar. Maddi bir şey beklemeden iyi ve samimi niyetle verilen her şey, karşılıksız bir rahmet olur. Yüreğini paylaşan, dünyayı genişletir.
İnsanın kendi nefsine tuttuğu ayna, en büyük yüzleşmedir. Kendini haklı görmek değil, “Ben ne ettim?” demekle başlar iç yangınını söndürmek. İçimizde sakladığımız küskünlükleri, kırgınlıkları affederek serinleyebiliriz. Zira affetmek, başkasını değil, en çok da kendimizi özgürleştirir. Kırılmış bir kalbi onarmak, secdede edilen bir duaya eşdeğer olabilir. Affetmek, kulun gönlündeki kin ateşine rahmetle dirilmektir bir bakıma.
Bu devran, her dem döner. Gönüller kırılır, hayaller eksilir, dostluklar imtihan edilir. Lakin sabreden selâmete erer. Bugün herkesin yüreği biraz yorgun, ama hâlâ vakit var. Hâlâ bir dost sesiyle içimizdeki yangını susturabiliriz. Zira yangın da kalpten başlar, serinlik de… Kalbe dokunmak, yan yana olduğunu hissettirmek herkese ve her zaman iyi geleceği aşikardır.
Biliriz ki, bu dünya bir misafirhanedir, konan göçer. Ama iyi ve samimi niyetlerle atılan her adımın bereketi bâkidir. Gönüllerde yeşertilen rahmet, çevreye de serinlik bahşeden bir pınar olur. Zira serinlik, insanın içindeki niyetle başlar. Bir yürek temizse, bir bakışta bahar olur.




