Ünlü düşünür Senaca der ki “Hayat bir masal gibidir, ne kadar uzun olduğu değil nasıl yaşandığı önemlidir.”
Şöyle bir baktığımızda herkes kendi hayatının masalını yaşıyor aslında, bu bir tiyatro sahnesindeki başkasına ait rol değil, kendi masalında kendi rolünü oynuyor nihayetindeinsan. Rol değil gerçek… Ve geri dönüşü olmayacak şekilde kalıcı izler bırakarak tükettiği ömrün her bir anı, ömürdefterine istisnasız şekilde kaydediliyor. Yine kişi, bu ömrün ne başlangıcını ne de bitişini tayin ve tespit edebilmekte yetkili değil ancak bu süreçteki her sözü her cümlesi ve her adımı kendi iradesiyle şekilleniyor. Bu şekillenmede kişinin iradesinde, sevgisinin, iyiliğinin, dürüstlüğünün, arzusunun, tutkusunun, hırsının, kininin, karşı koyuş ve isyanının kısacası pozitif ve negatif nefsi isteklerinin yönlendirmesi alabildiğine yoğun ve etkin.
Sözün özü, herkes kendi hayatının masalını yazıyor ve o masaldaki ana karakter olarak kendi rolünü kendi iradesi ile oynuyor.
Seneca’nın dediği gibi “ne kadar uzun olduğu değil nasıl yaşandığı önemlidir” hayatın… Belki bu cümleye ilk bakışta farklı yorumlar yapılabilir. Çünkü hiç şüphe yok ki herkesin“nasıl” yaşaması gerektiği hususunda farklı ve kendine özgüdüşüncelerinin olması çok doğal. Ancak, insanların iyiden, güzelden, sağlıktan, huzurdan kısacası gönül ve hayal dünyasında olan yaşam biçimi ile mevcut yaşadığı durumgenelde örtüşmüyor. Zira kişi daha üst seviyelerde bir hayatı yaşamayı arzu ettiği halde bunun çok da mümkün olmadığını ne yazık ki yaşayarak görüyor... O nedenledir ki, çoğu insan,içerisinde yaşadığı ortamdan, kuşatıldığından, imkânlarının yetmediğinden, zorunlulukların buna fırsat vermediğinden yakınır ve şikâyetçi olur genellikle... Şikâyetin hiç değilse bir kısmını bile şahsına ve kendi tavır ve düşüncesine değil, dış şartlara yönetme çabası ve iddiası çok da masumca bir yaklaşım mıdır acaba?
Ünlü Romalı filozof Marcus Aurelius şöyle diyor: “Hayatımız düşüncelerimizin eseridir.”
Öyleyse insan hayat masalını düşünceleriyle yazıyor ve iradesiyle o masalda rol alıyor.
Her ne kadar imkânlar sınırlasa da insanın düşüncesi neyse hayatı da odur. Hani deriz ya “ameller niyete göredir” diye. Niyeti yani düşüncesi neyse kişinin eylemi de o doğrultuda oluşur hep. Kişinin düşüncesi eylemlerini, tavır alışlarını ve haliyle hayatının nasıl geçeceğini şekillendirir.
İnsan zorlukların, imkânsızlıkların yoğun olduğu coğrafyalarda ve ortamlarda hayata göz açmış ve yaşama mücadelesini sürdürmüş olabilir. Çaba ve çalışmalarıyla zorlukları aşmada mesafe kat edebilir, aşabilir veya başarısız olabilir de... Üzerinde fikir yürütülmekle birlikte bunlar hayatın gerçekleridir; kabullenilse de itiraz veya tavır konulsa da hayat böyle yaşanmaktadır nihayetinde. Haliyle bu olumlu veya olumsuz ortama ve şartlara rağmen, geçen süre insanın ömründendir ve bu ömrünü olabildiğince gönlünce yaşamanın çabasını vermek ise kendi hayat masalını anlamlı kılmakla alakalıdır.
Peace Pilgrim der ki “Hayat bir ayna gibidir. Gülümserseniz, o da size gülümser”. Ve bir diğer sözünde “Eğer düşüncelerinizin gücünü anlayabilseydiniz, hayatınız boyunca asla negatif düşünmezdiniz.” Toplumda ve çevremizde olan haksızlıklara, adaletsizliklere, yanlışlıklara muhakkak ki tepki koymak iyiye ve güzele ulaşmakta insanın elindedir, kötüyü yaymak ve yaygınlaştırmakta… İnsan kendi hayatını iyileştirmek için gösterdiği çaba kadar başkasının hayatına da kötülük şöyle dursun gölge düşürmemelidir insan olabilmek için... Öncelikle mesnetsiz dedikoduların, doğruluğu bilinmeyen varsayımların, kişileri, kurumları töhmet altında bırakacak ima veya iddialarının her şeyden önce çağdaş söylemle “insan hakkı ihlali” ve “kul hakkı” olduğu ne yazık ki göz ardı edilir hep. Bunu göz ardı edip nefreti yaygınlaştırmak, kini, kıskançlığı sürdürmek her halde bir hayat masalı için hiç kimse tarafından makbul görülmez. Bir toplum içinde bu tür tavır ve yaklaşımların yaygın olması ise kişisellikten öte toplumsal huzurda ciddi yaralar açar. Zira Yunus Emre’nin deyişi ile “Ben gelmedim dâvâ için / Benim işim sevi için / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim.”
Hayat masalı gönüller kırmak için değil gönüller yapmak üzerine kurulmalıdır; tıpkı Mahatma Gandhi’nin dediği gibi: “Sevginin olduğu yerde hayat vardır”. Hayatın kısa ya da uzun geçmesinden daha önemli olan ise hayatın nasıl geçtiği, nasıl yaşandığı ve nasıl bir iz bıraktığıdır. Osho der ki “Hayat kalbe aittir. Hayat sadece kalbin içinden yeşerir. Sevginin yeşerdiği, hayatın yeşerdiği, ruhun yeşerdiği toprak kalbe aittir. Güzel olan her şey, gerçekten değerli olan her şey, anlamlı, önemli olan her şey kalpten gelir.”
Kalbimize hangi tohumları ektiğimize ve ne yeşerttiğimize bakmak sanırım insan olmanın önceliğidir.