Bazı sohbetlerde öyle şeylere şahitlik ederiz ki, o sözleri yargısız ve değerlendirmeksizin suskun kalırız… Şehrin mekân ve plan açısından tarumar edildiği, şehre ait birçok önemli yapı ve güzelliklerin yok edildiğini anlatılır ve şehrin sahipsizliğinden bahisler açılır. Kaybettiğimiz her şey içimizi sızlatıyor, yaramızı kanatıyor. Bunun hüzün verici atmosferiyle sitem dolu sözlerimizi söyleyen de dinleyen de hak veriyor. Bu belki uzun yıllardır böyle, hep yakınırız, hep bu şehri böyle yapanlara ve bırakmalara öfkeleniriz. Ve oradan hareketle neler olması gerektiğine, nelerin nasıl yapılması gerektiğine akıl veririz hep. Ama bilmemize rağmen şehirle ilgili meydana gelen her şey bu şehrin insanları tarafından yapılmaktadır, şehre dair her ne varsa onları fikirden eyleme yapan bu şehrin insanıdır. Sitem eden insan nedense hep bu şehrin diğer insanlarından bekler şehre dair güzel şeylerin yapılmasını, şehre dair olumsuz şeylerin yapılmamasını başkasından beklemek ne kadar yerindedir acaba?
Bir eski zaman konağı düşünelim, bahçeli vakur duruşlu… Sokağın simge unsuru, tarihin tanığı, hayallerimizdeki şekliyle, sokağın o köşesinde duruşuyla, hep dursun isteriz, korunsun, geleceğe kalsın isteriz. Bu kadim şehrin korunması gereken unsurlarından biri sayarız. Bu husus muhakkak ki yasal mevzuatla korunması gereken tarihi varlıklar olarak belirlenip tescil edilmelidir. Ancak geri dönüp baktığımızda birçoğu kişisel mülk ve veraset yoluyla kalmıştır insanlara ve onların önemli bir kısmı bu mirasın kültürel boyutundan çok kendilerine sağlayacağı getiriden pay almanın gereğini öncelemektedirler. Yani şehir bu şehrin insanları tarafından şekillendirilmektedir.
Şehirler belirli bir coğrafi ortamda fiziksel bir mekân olmakla beraber tarihi birikimini, sosyal ve kültürel dokusunu, ekonomik ve siyasi özelliklerini de bünyesinde barındırır. Şehir, sadece belirli bir mekânda bir araya gelmiş bir toplum ve onların ihtiyaçlarını karşılayan bir mekân olmanın ötesinde her ikisinin kaynaştığı ortak değerler ve sosyal ilişkiler sistemidir.
İnsan yaşadığı mekânı ve çevreyi düzenler ve şekillendirir. Yaşanılan mekân ise insan yaşamını etkiler ve yönlendirir. Bu etkileşimin iki temel ögesi şehir ve insandır. Yani bir tarafında coğrafi alan üzerine yapılan mekânların oluşturduğu fiziksel ortam yani şehir, diğer tarafta ise bu fiziksel mekânı şekillendiren ona anlam ve değer katan insan bulunmaktadır. İnsan ve şehir birbirini tamamlayan, etkileyen hatta şekillendiren bir bütünün iki temel ögesidir, denilebilir. Biri olmadan diğeri olmaz. Bu nedenle karşılıklı etkileşim söz konusudur. Kısaca şehir, medeniyet ve insan birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Şehir ve insan ilişkisini Hacı Bayram Veli’nin şu sözü açıklamaktadır.
“Çalab’ım bir şâr yaratmış, iki cihan arasında;
Bakıcak didar görünür, o şâr’ın kenâresinde.
Nâgihan ol şâr’a vardım, anı ben yapılur gördüm;
Ben dahi bile yapıldım, taş u toprak arasında.”
İnsan, şehri ve şehre ait mekânları imar ve inşa ederken aslında o yapının içerisinde kendisini imar ve inşa eder. Bir bakıma düşüncesinde ve gönlünde oluşanlar, taş ve toprak olarak inşa olunurken şehir ortaya çıkar. Hacı-ı Bayram Veli bu şiiriyle, insanın eliyle inşa edilen şehrin aynı zamanda insanı yoğurduğu ve şekillendirdiğine işaret ediyor. Bilindiği gibi şehir kurulduğu günden bugüne ve geleceğe doğru sürekli oluşum halinde bir değişimi ve gelişimi yaşıyor. İnsan da bu süreç içerisinde büyüdüğünden, o şehrin kültüründe yılların birikimiyle oluşan gelenek, görenek, adet ve anlayışla oluşan yaşam biçimiyle hayatını şekillendiriyor.
İnsanlar yaşadıkları şehirlerin kültürel dokusundan etkilendikleri gibi ikliminden, eğitim, ekonomik ve sosyal yapısından etkilenmektedir. Bulundukları ortamın imkânlarından yararlanarak hayatlarını sürdüren insanlar o çevrenin hayat standardıyla yetişirler.
Her ne kadar insanlar yaşadıkları çevreden etkileniyorlarsa da insanların da yaşadıkları çevreye ve şehre ve insanlara karşı sorumlulukları bulunmaktadır. En önemli sorumluluk atalarından miras olarak aldığı binlerce yıllık geçmişi olan şehri gelecek nesillere yaşanabilir şehirler olarak bırakmanın bilincinde hareket etmelidir. İnsanlar çevreyi kendi yaşayabilecekleri ortam haline getirmeye çalışırlar bu nedenle de çevrelerine, doğaya müdahale ederler. Çevreyi kirletmeden ve tahrip etmeden, tarihi ve kültürel dokuya zarar vermeden, yasalara ve insan ilişkilerine saygı duyarak birlikte yaşamanın gereğini yapmalıdırlar. Birlikte yaşamak, birbirimize zarar vermeden, hoşgörü ve saygı çerçevesinde komşuluktan alışverişe, trafikten gürültü yapmamaya kadar olan tüm insani ilişkileri, sevgiyi, yardımlaşmayı, dayanışmayı sağlamakla mümkün olur.
Şehirli olmak, kişinin kendisini ait olduğu şehrin sosyo-kültürel dokusunu anlaması ve yaşamasıyla, şehirde kendisini huzur ve güvende hissederek mutlu olması ve şehre ait görevlerinde sorumluluk hissetmesidir. Yaşadığı şehre mensup olmanın bilinciyle şehrin sanat, tarih, çevre ve kültürüne sahip çıkmalı, korumalı, yaşatmalıdır.
Şehir kültürü ise, şehrin bünyesinde yaşayan insanların birbiriyle olan ilişkilerinin geçmişin deneyim ve geleneğinden süzülerek gelen bireysel ve toplumsal ilişkilerin birleştirici sistemidir.