Evet, bu güzel şehrin, bu güzel Sivas’ımızın bin yıllık geçmişinden gururla, övünçle ve bu şehirli olmanın verdiği sahiplenme duygusuyla zaman zaman bahisler açar, nutuklar atarız. İnsanlığa örnek olacak bin yıllık bir medeniyeti atalarımızın nasıl kurduğunu ve bu topraklar üzerinde asırlar boyunca nasıl sürdürdüğünü örneklendiririz. Bugün bile dönüp baktığımızda hâlâ farklı kökeni, dili, âdet, gelenek ve göreneği ile birlikte yaşayan bu coğrafyanın zengin dokusunun bozulmadan sürüp gittiği o günleri, insanların birbirlerine nasıl saygı ve içtenlikle gönül açtığını müşahede ederiz.
Bütün bunlar bu toprakların yaşanmış gerçekleridir; örnek levhalarıdır.
Huzur ve barış içinde, hep beraber asırlarca süren toplumsal birliktelik içindeki huzurlu yaşayış, hiç kuşkusuz ki insanların inandıkları değerler, hayata bir yaşama biçimi olarak yansıttıkları kişilik alışkanlıklarının bütünüdür. İşte bu sürecin sürüp gitmesinin en büyük dinamiği ve kuşatıcı unsuru ise, o şehrin yöneticileridir, o şehrin kanaat önderleridir ve o şehrin vefakâr insanlarıdır.
Şehirleri; mimarisiyle ve şehir planıyla her şeyiyle muhkem ve yaşanabilir şehirler yapmak muhakkak ki çok önemlidir. Bu yöndeki çabalar, gayretler ve projeler, şehirlerin bugünü ve geleceğini inşa etmekte takdir toplayacak ve alkışlanacak faaliyetlerdir. Olmalıdır ve sürekli daha ileri yeni hedefler belirleyerek devam etmelidir de… İki gün, birbirine eşit olmamalıdır. Medeniyet yolunda ilerlemenin bir ayağıdır bu. Diğer ayaklarından birisi de mekânsal olarak tasarlanan şehirlerin içinde ikamet eden “insan” unsurudur. Çünkü şehirleri şehir olarak bir medeniyet algısıyla var etmenin temel noktalarından biri de, o şehrin “insan” dokusunu ve yaşayan ahalisine olan “insanî” hizmetlerdir ve o insanlara verilen değerdir. Değerler toplumun varoluş felsefesinin hayata yansıyan ve yaşayan varlık nedenidir bir bakıma…
O nedenledir ki, şehirleri yönetenler şehrin mimari coğrafyasını şekillendirmekle beraber öncelikli hassasiyetleri “insan” esaslı yaklaşım ve insan ilişkileri olmalıdır. İnsana değer verilmelidir. Yine günümüz sosyal medyasında veya iletişim kanallarında sohbet toplantılarında şehir adına fikir beyan edenler, bu coğrafyada yetişmiş dünden bugüne isimleri ön plana çıkmış kişilerini önemsemek ve hatta itibarsızlaştırmaya çalışmak, o şahıslardan daha çok bu şehre zarar vermektedir. Kendi değerlerini kendi elleriyle boğan, küçümseyen, itibarsızlaştıran bir şehirden umutlu olmak çok zordur. Şehre sahip çıkmak şehrin yetiştirdiği değerlere sahip çıkmaktır.
Bu toprakların bin yıllık geçmişinde insana yönelik yürek inşası hep ön planda var edildiği için, mimaride, sanatta, şiirde ve toplumsal huzur ve barış içinde yaşayış sergilenmiş ve sürekliliği sağlanabilmiştir.
Saygı ve sevgi, ancak bireye “insan” olarak değer verildiği, topluma katkı sağlayan her kişinin kadr ü kıymeti bilindiği zaman toplumun temel dinamiği olabilir. Toplumdaki her fert muhakkak ki çok önemlidir ve değerlidir. Ancak, toplumsal barış ve huzura, beldenin daha yaşanılabilir bir konuma yükselmesi için çaba sarf eden kişi ile kişisel konumu ve yaklaşımı için çaba sarf edenler arasında eşit değil adaletli tavır almak gerekmektedir. Çünkü iyiyi kötüden, çalışanı çalışmayandan, toplumsal katkı sağlayanı ferdi katlı sağlayandan ayırmak, kültürümüzün kadr ü kıymetini bilmek ve değer vermek özelliğiyle ön plandadır.
Bu ve benzeri hususlar önemsenmediğinde kültürel dokumuzun ana değerleri aşınır, ana ekseni kayar. Farkında olmadan kayıp gittiğimiz toplumsal çöküşe kürek çekmiş olunur.
Şükür, vefa, teşekkür, kanaat ve kadr ü kıymet bilmek, toplum bütünlüğünün insanî değerleridir. Yapanı yüceltir, güçlendirir. Yıpratıldığında her şey ve her taraf zarar görür. Değerli olanın değerini vermek, değerini hissettirmek erdemdir.
Sanırım, neyi neye tercih ettiğimiz önemlidir. Yoksa “insanî” değerlerimizi aşındırarak gelecek kurmak mümkün değildir.
Şehre sahip çıkmak şehrin yetiştirdiği değerlere sahip çıkmakla mümkün olur. Onları itibarsızlaştırarak yol almak, bindiğin dalı kesmektir bir bakıma…