
İnsan bir bekleyiş içindedir hep... Bu bekleyişin içinde kendi yorgunluğuna tutunarak ve umudunu yitirmemeye çalışarak yol alır. Ama yaşanılarak görülür ki her geçen gün, şu veya bu sebepten beklentiler ya kısmen değişir ya ötelenir. Akıp giden ömür yeni beklentileri değişenlerle harmanlayarak günü güne ekler. Şartlar ve kişiler insanın kişisel beklentilerinin dumura uğramasının önündeki en büyük engellerden biridir. Ne gariptir ki en çok da uğruna emek verilenlerden gelir hüsran. En çok da adı dualara karışanların terk edişiyle sarsılır kalbin en mahrem köşeleri. Sözler büyür, bakışlar ağırlaşır, suskunluk bir dile dönüşür. Ve sessizlik, yüksek çığlığa dönüşür bazen, duyulmayan yerlerde.
Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Değmiyor bazen uğruna yorulduklarımız.” Zira insan, değer verdiği ölçüde yara alır. Ne kadar saf ne kadar içtense; o denli incinir genellikle. En çok da iyilik eden, fedakârlık gösteren, vefasını esirgemeyenler yıpranır. Çünkü zamanın ruhunda artık vefa, garip; sadakat, unutulmuş bir misafir gibidir.
Tolstoy’un veciz ifadesiyle: “İnsan; dün, bugün ve yarın arasındaki kavgayı ayırmaya çalışırken hayatını kaybeden zavallı bir yolcudur.”
Zihin geçmişin pişmanlıklarıyla meşguldür, gönül bugünün sükûnetini arar, ruh ise yarının belirsizliğinde tedirgin içindedir hep. Zihin ve yüreklerde yaşanan bu sessizmünakaşa, insanı yavaş yavaş tüketir. Fark edilmeden başlayan tükeniş, bir bakışta, bir sitemde, zamanın uzayansessizliğinde ortaya çıkar. Kalp bazen öyle sessizce kanar ki, kimse fark etmez bunu. Çünkü görünmeyen yaraların ilacı daşahidi de yoktur zaten.
İnsan, çoğu zaman kendisini kandırır, teskin olmak, avunmak için… Bir tebessümle acıyı örtmeye, bir suskunlukla fırtınayı gizlemeye çalışır. Ne var ki kalp her şeyi için içinkanatır. Zihin üstü küllenmek üzere bir köşeye atar, dil susar, lakin kalp sızlamaya devam eder… O hep taşır o yükü... Yük birikir, sükût büyür, zaman uzar. Ve bir gün, küçük bir taşın bir su birikintisine düştüğü gibi, önemsiz görünen bir dokunuş bir söz hiç dokunur kalbe, umulmayan bir anda dökülür içte saklanan kırıklar. Sebepsiz sanırsın halbuki.
Her sevgi karşılık bulmaz, her fedakârlık anlaşılmaz, her sabır takdir edilmez. Ve bu hakikatin farkına varıldığında, insan kendi sessizliğine gömülür. Kalabalıkların içinde yalnızlık başlamış demektir. O andan itibaren artık kişi değil, iç dünya konuşur. Zira ruh, gerçek huzuru dışarda değil; sükûtun derinliğinde, kalbin mahzeninde bulur.
Hayat, birçok insana gönül verilerek öğrenilen büyük bir dershane gibidir. Her kırgınlık, bir ibret; her vedâ, bir ikazdır. Ve insan ne kadar çok severse, o kadar çok sınanır. Çünkü sevgide gizlidir imtihanın özü. En kıymetli his, en ağır kefaretle ölçülür. Bu yüzden gönül, ehline sunulmadıkça çiçek değil, diken olur.
Gönül, Allah’ın nazargâhıdır; incitmek bir vebal, ihmal etmek bir kul hakkıdır. Ne yazık ki bu çağ, en çok da kalpleri yormaktadır. Güven zedelenmiş, samimiyet yıpranmış, merhamet yorgun düşmüştür. İnsaniyetin özünü oluşturan hasletler, birer birer terk-i diyar eylemiştir.
Zamanla anlaşılır ki; herkes aynı acıyı hissetmez, aynı yürekle sevmez, aynı yolda yürümez. Bu sebeple beklentiler, kalbi inciten birer hançere dönüşebilir. İnsan; anlaşılmayı bekledikçe yalnızlaşır, fark edilmeyi umdukça kırılır, üzülür.
Yine de her kırılma, içe dönmenin kapısını aralar. Her terk ediliş, hakikate biraz daha yaklaştırır. Çünkü hayatın en gerçek yüzü, en sessiz anlarda görünür. Gecenin koynunda yapılan içli bir dua, gündüzün bin sözüne bedeldir. Ve bazen bir secde, bütün yalnızlıkların derman olur.
Zira bir hakikati kavramak gerekir: İnsan, insanla değil; Hakk’la tamam olur. Kalpteki boşluğu kul değil, Kudret doldurur. Her acı, her eksiklik, bir vesiledir.
Kalıcı olana meyletmeyen gönül, geçici olanla imtihan edilir. Kalp ki, sahibini unutursa, en çok da kendine yabancılaşır. Ne zaman ki dünya ağır gelir, işte o zaman mana aranır. Ve insan, asıl o vakit kendine yaklaşır.
Hayat, bir seyri sükûn… Kimi zaman inişli, kimi zaman çıkışlı… Lakin her adımda asıl gayeyi unutmamak gerek. Sevgiler geçer, dostluklar tükenir, sözler uçar; lakin yazılan kader silinmez. Ve kalpte yapılan her şey, kalemi tutan Kudret tarafından bilinendir.
Her şey nihayete erdiğinde geriye sadece niyet kalır. Her şey unutulur, niyet kalır. Herkes gider, Allah kalır. Ve her şey geçer; ama gönülden geçenler, Hakk’a ulaşır.




