reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Karaman’da Bir Gün

Yayınlanma Tarihi : Google News
Karaman’da Bir Gün

Akşam olmak üzereydi Karaman’a girdiğimizde… Ardımızda Toros Dağlarının zirvesini, Sertavul Geçidi’ni bırakarak muhteşem manzaralar arasından aşıp gelmiştik Karaman’a…

Erkut’un kullandığı aracımızla Faruk, Mustafa ve ben Anadolu coğrafyasının, her biri farklı hikâyelerle dolu şehirlerimizin çoğunu gezmiştik; nice uzun yollarda beldelerde tarihî ve kültürel varlıkları ziyaret ederek birlikte hatıralar biriktirdik. Bu sefer de çıktığımız yolculuğun sonlarına doğru geliyorduk. Geceyi yakın zamanda il olan, tarihi çok eskilere dayanan bu şehirde geçirecektik. Karaman’da… Şehrin içerisinde bir tur attıktan sonra İstasyon Caddesi’nde bir otele yerleştik. Akşam yemeği için yine aynı cadde üzerinde bulunan bir lokantada hem bu küçük şehri hem de ardımızda bıraktığımız Sertavul Geçidini konuştuk uzun uzun…

Akşam otele dönmeden önce şehrin caddelerinde yürüyüş yapmaya başladık. Bir müddet yürüdükten sonra şehrin orta kısımlarında yüksekçe bir tepede Karaman Kalesi ışıl ışıl uzaktan görünüyordu… Kaleye doğru yürümeye başladık. Hafif yokuşlu yoldan ağaçların arasından kalenin yanına ulaştık. Bu sakin Anadolu şehrinin kadınlı erkekli büyüklü küçüklü ahalisi sanki bir şenlik havasında bu yaz akşamında burada kendi hâllerinde vakit geçiriyor olmaları ilk etapta hepimizi şaşırtmıştı âdeta… Kalenin surlarının etrafındaki alanda ve kenarlarındaki oturma banklarında ellerindeki küçük paketlerden çekirdekleri çitleyen, çitleyerek yürüyen, banklarda oturan insanlarla doluydu… Biz de yürüdük kalenin etrafında… Surlar sağlam görünüyordu, burçları da öyle… Ve kalenin giriş kapısının olduğu burcun altındaki tabeladan kaleye dair bilgileri okudum. İç, dış ve orta olmak üzere toplam üç bölümden oluşan kalenin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmiyor; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde onarılmış… Kale dikdörtgeni andıran planlı, köşelerde silindirik ve prizmatik büyük burçları, beşi dairesel, dördü kare planlı dokuz kuleye ve tek giriş kapısına sahip. Aslında etrafını dolaştığımız bu kale, iç kale imiş; orta ve dış kaleden bir şey kalmamış günümüze.  Evliya Çelebi, iç kale çevresinin çok derin bir hendekle çevrili olduğunu, kapıya ağaç köprü ile geçildiğini, kalenin demir kapısının üç katlı yapısından yazılarında bahsetmekte. Akşam olduğu için kalenin içerisine giremedik; edindiğimiz bilgi ise zamanında kalenin içinde dehlizler, sığınaklar ve sarnıç bulunduğu, şimdilerde ise sahne ve oturma alanları yapıldığını anlattı bize orada bulunan gençler. Bir de kule ve burçların üzerine çıkıldığında düzlük bir alanda bulunan Karaman’ın her tarafı izlenebildiğini…

Otelden sabah kahvaltımızı yapıp çıktığımızda ise ilk uğrak yerimiz Mevlâna’nın annesi Mümine Hatun’un mezarının bulunduğu Aktekke Camisi oldu. Mader-i Mevlana Camisi olarak da bilinen cami, şehrin merkezi yerinde. Karamanoğlu Alaeddin Bey tarafından 1370’de yontma taştan yaptırılmış. Tek minare ve tek kubbeli caminin son cemaat mahallinin üzerinde üç küçük kubbe daha var. Ziyaretçisi yoğun olan küçük bir cami burası. İçerisine girildiğinde sol tarafta Mevlâna’nın annesi Mümine Hatun’un türbesi ile abisi, akrabasından 21 kişinin daha kabri bulunuyor. Cami, çevresinde hamamı, derviş hücreleri, güney ve batısında haziresi ile bir külliye şeklinde aslında. Mevlâna 1222‘de ailesiyle beraber Karaman’a gelmiş, burada evlenmiş ve yedi yıl kalmış. Camiyi geziyor, türbelerde dualarımızı ettikten sonra çıkıyoruz dışarıya. Yeşillikler içinde bir gözde mekân burası. Ve caminin yan bahçesinde kubbesini ve minaresini de içine alan fotoğrafımı çekindikten sonra cadde boyunca yürüyoruz.

Mehmet Bey Parkı’nı geçtikten sonra, meydanda kavşağın orta noktasındaki son yıllarda yapılmış olan Saat Kulesi’nin fotoğrafını çekiyor ve karşı kaldırıma geçiyoruz. Biraz çukurda kalmış olan ve binanın ana bedeninden oldukça yüksek olan muhteşem süslemeleriyle insanı hayran bırakan taç kapısıyla Hatuniye Medresesi karşılıyor bizi. Tüm Selçuklu eserlerinde olduğu gibi büyüleyici süslemeleri ve devasa yapısıyla sanat eserinin her bir noktasına, desenine insan bakmaktan kendini alamıyor. Dışarıya taşırılmış, basık kemerli taç kapısının, alt kısmı beyaz mermer üst tarafı kesme taştan yapılmış. Üzeri geometrik desenlerle, bitkisel motiflerle ve yazılarla nakış gibi işlenmiş büyüleyici bir sanat eseri bu kapı… Sivri tonoz örtülü küçük giriş eyvanından içeri girdiğimizde ortası açık avlulu, tek eyvanlı, avlunun sağında ve solunda revakların ardında öğrenci odaları yer alıyor. Revakların ardındaki odaların giriş kapıları ise taş oymacılığının desenlerle süslenmiş güzel örnekleriyle dolu. Sağdaki odalar kışlık dershane, soldaki ise medreseyi 1382’de yaptıran Nefise Sultan’ın türbesi. Nefise Sultan Murat Hüdavendigâr’ın kızı ve Karamanoğlu Alaeddin Bey’in eşi.

Medreseden çıktıktan sonra aynı bahçenin arka tarafında bulunan Karaman Müzesi’ni geziyoruz. Müze binası 1970-80’li yıllarda yapılmış, iki katlı ve her katta 550 m² kullanım alanına sahip. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Karaman’ın tarihin ilk dönemlerinden bugüne bölgede ele geçen her çağa ait arkeolojik eserler sergilenmekte. Zengin bir müze, görülmeye değer. Bozulmamış cesetten sikkelere ve en büyük lahide kadar farklı eserler yer alıyor burada.

Müzeleri gezmek, şehrin tarihine yolculuk olduğundan hep sevmişimdir; sanatsal değeri olan tarihî eserleri de… Yine her şehrin kültürel değerleri o şehrin insan odaklı ruhunu temsil etmektedir diye düşünmüşümdür hep. Yemeği, sazı sözü, türküsü, inancı ve etnografik varlığı ile bir şehrin ruh coğrafyasından izler taşır. Yunus Emre Camisi’nin önünde durdum ve düşündüm; bir insanı, her beldenin, herkesin sevmesi ve onu kendine ait olarak hissetmesi ve bağrında yaşatması hem de asırlarca… İnsanın kendisini bulduğu insanda hemhâl olması bu olsa gerek; “Ben gelmedim dâva için, benim işim sevi için /Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” bu olsa gerek. 14. Yüzyılda Kirişçi Baba diye tanınan İsmail oğlu Yunus Emre tarafından yaptırılan caminin iç kısmından Yunus Emre Türbesi’ne geçilmekte. Türbenin içinde bulunan dört sandukanın Yunus Emre ile oğlu ve kızına diğerinin de Tapduk Emre’ye ait olduğuna inanılmaktadır.

Küçük bir şehir Karaman, her tarafını yürüyerek gezmek mümkün, birbirine yakın görülmesi gereken mekânlar. Bir sivil mimari örneği olarak iki yüz yıldır kapısı açık Tartan Konağı’nın… Özgün kalem işi süslemeleriyle, iki katlı sofasıyla, odaları ve sergilenen etnografik eşyalarıyla Karaman’ın geleneksel günlük hayatını yansıtan sergileriyle şehrin kültürel zenginliğinden örnekler sergileniyor konakta. Konağı gezdik. Fotoğrafladık.

Sonra Karamanoğlu Beyliği’nin kurucusu Karaman Bey’den dolayı ismi Cumhuriyete kadar Laranda (Larende) olan Karaman’dan ayrılma vakti geldi. Ama Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de yayınladığı fermanı unutmak mümkün mü?

“Bu günden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya…”

YORUM YAP