Terkip edilmiş, bileşik, bileşim manasındaki “rkb” kökünden gelen mürekkep kelimesinin taşıdığı derin manayı rahat bir nefes alabilsin diye zarfından, karanlık mahzeninden bir nevi kodesinden çıkarmaya çalışacağız bugün. Yine aynı kökten gelen Allah’a(cc) bağlanarak çile dolduran kimse anlamında olan “murakıp” kelimesine de değineceğiz. Yazının yazgısını okumadan önce onu satırlara düşüren elzem derdinin ne olduğuna dair fikir sahibi olmak gerekir elbette. “Dolan testi taşar” misali, mürekkep de murakıbın altı duyusuyla devşirdiklerinin dolup taşmasıyla yazının yazgısı da satırlara bir bir düşmeye başladı. Yazmak sadece maddesel bir eylemden olmaktan çok ötede idi. Söylemlerini kaleme dinletebilmek için lafzını kâğıdından, yani sırdaşından sakınmamak gerektiğini bilerek onu cesaretlendirmek lazım gelirdi. Kâğıt sırdaştı ama kalem her şeyi aşikâr etti. Kâğıt dilsizdi ama kalem onu galeyana getirerek düşünceleri bozguna uğrattı. O yüzden ister akıl olsun ister gönül; düşüncelerini damıtarak onu fikir zarfından azat etmek için mantıklı bir nedeni olmalı kalem tutanın. Tabi takat yetirebiliyorsa murakıpların kalemi, tonlarca fikri taşımaya.
Beden zarfındaki ruhlar yazmaktan başka çaresi olmadığı için yazıyı icat ettiler. Okunmayan her çizgi ise kaskatı kesilerek somutlaştı. Bir madde olarak, yalnızca kütlesel yer işgal etti yeryüzünde. Yazılanların okunarak, bir anlayıştan başka bir anlayışa hicretiyle soyutlaştı ve özgürlüğüne kavuştu duygular. Aklın sınırlarının genişliğine sığmayan düşüncelerin yeni meskeni artık kâğıtlardı. Sözlerin kanatlarına rağmen, yazının ayaklarını sağlamlaştırdı. Söz uçtu, yazı kendini anlayacak mirasçılarına kaldı.
Kâğıt ve kalemin üstlendiği vazifeyi çok iyi ifade eden “Yoldaki Mühendis” kitabından o bahsini ettiğim değerli miraslardan birine varis olacağız. Şöyle ifade ediyor yazarımız sonsuzluk arzulayan kalemiyle: “ Kâğıdın dirilişi ve kurşun kalemin ölümü, tükenişi! Birisi doğarken, diğeri tükenip ölüyor. Her harfle, her kelimeyle, her sözle kâğıtlar dirilir, kalemler ise tükenir, sonunda ölür. Kalemler, kâğıtların ve yazarın dirilişi için tabiri caizse kendilerini feda ederler. Şu da bir gerçektir ki kâğıtlar yaşadıkça ve diri kaldıkça ben de diriliyorum… Fikirlerimi yazabilmek adına kalemimi ciddi bir şekilde uyandırmam gerekiyor… Kurşun kalemlerimi katletmeye çalışan kâğıtlarımın olgunlaşması için, fikirlerimi ve düşüncelerimi toparlamam gerekiyor.”
Yazmaktan hiç vazgeçmemek gerek; yeryüzünde suya yazılan yazılar gibi olmamak için! Aklını toplamak gerek. O da yetmez, yazmakla tüm başıboş düşünceleri yola getirmek gerek. Kalemiyle kelimelerini ip gibi hizaya getirmek, sözcüklere lafını bir şekilde dinletmek gerek.
Ben demiyorum, masa lambamın bakışları diyor!
MASA LAMBAM VE BEN
Gecenin bir vakti,
Benimle birlikte dirsek çürüttü
Boynu bükük masa lambam.
Ben yazdım o okudu,
O okudukça ben yazdım!
Teşvik ettim kalemin çekincelerini
Teskin ettim endişelerini
Sicimin tam vakti!
Ben ve masa lambam…
Mikroskop titizliği ile inceledi
Yazının icadından kalma
Pür dikkat kalıntıları.
Yazdıklarıma hep tepeden baktı
Mağrur bir ifadeyle.
Tepegözü gecemin,
Karanlığımın gün ışığı
Yazı mı okunmaz kılar mı yokluğun?
Yoksa sökemediğinden midir,
Bunca vakit başımı bekleyişin?
Gece tenhadır diyenlere inat,
Masa lambamın uğuldayan
Hiç susmayan bakışları!
Sen hep kağıda konuştun
Ben oysa kaleme sustum!