Tepkisizlik, ölü refleksi; donukluğun sessiz yankısı ve soğuk nefesi! Ne gariptir ki en karanlık teşebbüse; var gücüyle masum bebek ve çocuklara kastetmeye devam eden zorbalığa karşı üstelik… Ve diriliş bunun yanı sıra; toprağın altını üstüne getiren, açmaya hazırlanan beyaz bir gül merhametiyle; zıtlığın iki yakasında ve doğu-batı koordinatlarında, yeryüzü ile gökyüzü virajında, doğru ve yanlışın keskin ayrımında… Kimin inadı daha taze bu coğrafyalarda? Çelimsiz zulmün mü yoksa gür merhametin mi; yok olmayı göze alarak sonsuz varlıklarını ifşa eden şehit çiçeklerinin yanında?
Bazı kalemler cüret edemedi Gazze’de ki “7 Ekim” ızdırabının karşısında dik durmaya, bazılarıysa cesaret edemedi küçücük çocukların cansız bedenlerine gölge düşürmemek adına. Öyle ya! Hükümsüzdü tüm söylemler bir çocuğun hıçkırıklarının yanında. Kulaklarını tıkayan eylemsiz dünyanın, kulakları sağır eden katliamın gürültüsüne tahammülü kalmadığında; savaşın soğuk sesleri taş kürenin bütün neşesini soğuran dipsiz karanlık devasa bir kuyu oluverdi! Her şey alenen ortadayken; bu kanlı elin sahibini, Siyonist İsrail’i inkâr etti, benliklerini inkâr eder gibi vicdanını kodese tıkanlar. Yanlışa doğru diretmeleri, doğruya yanlış yakıştırmaları abesti… Suskun kalemleriyse küf tutmuştu zihni tarumarların! Ellerinin şahitliğine dahi sözünü geçirememiş olanları tarih, savaş suçlusu olarak yazacak mıydı vicdanların hukukunda?
Oysa tüm yollar, sana çağırıyordu bizi!
Mesleğimiz, kimliğimiz, sanatımız, sesimiz, nefesimiz….
Kısık sesimiz! Ve sıkışan göğsümüz!
Göğümüz! Düğümlenen dilimiz!
Çöz aklının derinindeki heyûlâyı, dilinin altındaki baklayı çıkar ki haykırasın o engellenemez ihtişamlı zaferi. Gökyüzüne bak! Yeri yeni ziftlediler! Ki özgür kuşlar imtina ile bakar gökyüzünden yeryüzü halklarına. Bizimse ayağımıza kıymık gibi batıyor asfalt. Yerin yüzünde gözyaşı gibi eğreti duruyor yağmur. Bulutların buğulu hep bakışları. Kalbi durdu sözlerin artık! Kimse duyamaz onu topraktan başka! Yaslayınca kulağını göğsüne yerin, belki duyarsın şu nidaları!
– “Onların kalpleri vardır; düşünmezler, gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar!” (Araf 179)
Ve bir film sahnesi: “Ne yatarsınız canlar? Kalkın! Kalkın da görün dünyadakilerin halini! Sizler bu duvarın içinde kopmasını beklerken kıyametin, onlar da duvarın dışında ölümsüzlüğün bulunmasını beklerler!”. Duyabiliyor musun, bu figan eden kalp atışlarını? Ne çok kalp var? Hepsinin sesi birbirine girmiş anlaşılmıyor uğultudan! Çamurdan olduysak, suyu bulandırmak değil ki âmal. Toprağı ile saf kalsın, göz yaşı yoğurmasın bulutları. Sineye dolsun rahmet, yoğursun hamurunu merhametin. Yeri yeni ziftlediler. Yürüme sokaklarında katran karasının. Çünkü artık bir pitoresk değil işgal edilmiş topraklar! Muazzam, bir diriliş, dünyanın kanı çekilmiş kentlerine rağmen ışıldayan: portakal çiçeğinin, zeytin ağaçlarının toprakları; Gazze, Filistin ve gül yüzlü çocukların gözlerinin içinde parıldayan “Özgür Kudüs”.
Barışın topraklarında, insanlığın vitrininde boy gösteremediğimizden midir zalimin meydanı boş bulması, bilinmez! Münzevinin inzivası gönüle soralım; “Ama!”lı cümlelerin antitezi olmaya yetebildi mi on binleri bulan çocuk ve bebek ölümleri? Cümlelerimizin sonunda nokta yok. Gazze var artık. Her tebessümü keskin bir makas gibi kesen soğuk cesetlerin kareleri, haberleri var. Gündem de o, hem dem de. Mutluluk marazası bir işgal var, benliğimizi kasıp kavuran! Çocuklar ölmeden ölüyor oysa, anlamıyorlar. Kopan koluyla gözyaşını silmek isterken; teselli ederken yara bere içerisinde “Ben iyiyim Baba! Merak etme!” derken, gözü yaşlı. Ve diyorlar ki “Ben sadece ölen çocuklara üzülüyorum!”. Ya ölmeden ölen Gazze’li çocuklar ne olacak? Mezarı başında ağlarken annesinin, sedyede yaralı kardeşini taşırken. Ve kefen sırası beklerken ağabeyine…. Her şeye rağmen “Aksaya feda olsun!” nidaları çınlatırken semayı; sadıkı imanı, hakiki imanı gördük biz o masum bakışlarda… Hiç şüphesiz iman ediyoruz ki rüzgâr eken fırtına biçecektir. İsrail, bu kez “Aksa Tufanı’ndan ve o masum çocukların göz yaşlarından devşirilen kasırgadan sağ çıkamayacak ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Ruhumuzun istilasında doğruyu daha görünür kıldı çünkü: Gazze, Filistin, Doğu Türkistan, Bosna Hersek, Karabağ, Myanmar ve dahası… Tahrif edilen Tevrat ve İncilin mahcubiyeti kadim Kuran’a teslim olmuşken; tam sırasıdır: “Karanlığa sitem edeceğine bir mum yak!” Çünkü biz gerçeğin sesiyiz. Zulmetin son veçhinde şafağın ta kendisiyiz. Haksız ve uydurma teşebbüsleri bu kadar fütursuzken bizler haklı davamızın küçücük bir rüzgârda sönmeye yüz tutmuş alevi olmamanın yeminini etmeliyiz. Bu an öyle bir andır ki; Allah’ın(cc) en büyük ihsanıdır şimdi Kudüs’ü ve Kudüs’ten olanı savunmak. Taammüden şöyle bir vicdan inkılabı gerek hepimize ve merhamet imtiyazı;
“Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin,
Bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır”
(Edip Cansever / Umuş)
“Değişimin bile değişmeye ayak uyduramadığı bir çağda değişen ne?”. Zira biz değiştirebileceğimiz şeyler için yaşarız ancak! Biliyoruz ki “Dünyanın gidişatını değiştirebilecek olanlar, dünyanın değiştiremediği kişilerdir!”. Bizi aslımızdan koparmaya ve değişmeye zorlayan zelil bir zamanda ellerimizin yapabileceklerini yaptık, yapamayacaklarından ise Sana sığındık Allah’ım(cc)… Bunca olanlardan sonra takvimimizin en zailinin yeni bir soluğa ancak takat yetirebildiği senenin bu ilk günlerinde “Kudüs özgür olana dek!” bütün başlangıçların eğer boynu bükük kalacaksa;
O halde: “Hürriyet” kadar güzel ve onurlu başlangıçlara!