“Son yıllar en çok konuştuğumuz konuların başında hangisi geliyor?” derseniz, hiç şüphesiz ekonomi derim. Sabah kalktığımızda ekonomi, gece yatarken ekonomi. Gece yatarken hangi limanda duracağını bilmeden, yan yan yüzen ekonomi, sabah belki sularla birlikte durulur “kıyıya yanaşır belki,” diyoruz. Ancak hak getire.
Her gün bir önceki günden daha sorunlu ve sıkıntılı oluyor. Düzelir diye umut ediyoruz, hergeçen gün umudumuzu biraz daha yitiriyoruz ama..
Ekonomist değilim ama umutluyum. Bu milletin küllerinden kaç kez yeniden doğduğunu bildiğimiz için bir kez daha umutluyuz.Onca, yanlışa ve ısrara rağmen.
Piyasaya bol para vermek, piyasayı kontrol edebilmek değildir, bu birincisi. İkincisi, paranın değerli olması yada değerlenmesi için piyasada az bulunması lazım.
Bizde ise tam tersi bir ekonomi politikası izleniyor. Konut, arsa, otomobil, ihtiyaç düğün, sazlı cümbüşlü darbukalı tatil kredisi. Anlamlı anlamsız o kadar çok kredi uydurdular ki.
Bizlerde maalesef o tuzağa düştük. Acımasız kapitalizmin, dışa vurduğu tek yüzü, tüketim kültürünün, tüketim ekonomisinin canlı olmasıdır. Tüketim ne kadar canlı ise, kapitalizm ve küresel sermaye o kadar iri ve dişli olur.
İşte bütün mesele aslında budur. Üretmeden tüketen tüm toplumlar, küresel sermayenin yemi olmaya mahkumdurlar.
Komünist Çin’in son 40-50 yılda başardığı ve kırdığı kapitalizm hegemonyası ile, bugün başta Rusya, İran, Türkiye ve o bölgede başkaca iribaş ülke varsa, söz sahibi olması, etken konumda olmasının nedeni işte budur.
Türkiye’nin son yıllarda üretim gücünü başka alanlara kaydırması yada bazı alanlarda yitirmesi, hakim bilinenin aksine Rusya ile değil, Çin ve Amerika çıkar çatışmasının bölgeye yansımasıdır.
Bugün ülkemizde dahil, bu tür sıkıntıları yaşayan bölge ülkelerinin tamamı sınır ülkeleri, belirli siyasetin yoğun olarak çatıştığı, bu siyasetin hem iç politikaya, hem de dış politikaya sirayet ettiği ülkelerdir.
Yine bugün ülkemizde dış politikayı, temsiliyet anlamında başarıyla temsil ettiğinizi düşündüğümüz, Mevlüt Çavuşoğlu’nun yerine MİT Başkanı Hakan Fidan’ın atanmış olması tesadüfi değildir ve oldukça anlamlıdır.
Benim yıllardır, yada en azından 15 Temmuz’dan sonra vurgulamak istediğimde tam da budur. Artık mesele, bir coğrafyanın, bir ülkenin zenginlikleri, yer altı kaynakları değil, ülkelerin siyasi kimliklerinin el değiştirme işidir.
İş oldukça büyük ve o kadar karışıktır ki. Hani deniyordu ya, “Oyun içinde oyun. Onun içinde de var bir oyun.”
Mevzu budur arkadaşlar. Kimin ne söylediğine, kimin ne dediğine bakmayın. Kimin oyunun hangi parçası olduğuna bakınız.
Resmin bütününe baktığınızda, ya da bakabilenlerin göreceği tek manzara budur.
Türkiye’nin hem şansı, hem şanssızlığı işte budur. Şansı, doğru hamle ile şahı çekerse, bölgenin şerifi olabilir, ama yanlış bir hamle, dilimiz varmıyor ama, ülkenin can damarların kesilmesi demektir. Ekonomik anlamda bugün yaşadığımız darboğazın, bence önemli parametrelerinden birisi de ekonomik dayanıklılıktır. Lakin bugün gördüğümüz manzara ise, bu dayanımın çok fazla stabil olmadığıdır.
Reklamla, lansmanla, şanla şöhretle bu işler dönmüyor. Ekonomi, ilimdir, mantıktır, akıldır. Yani Heteredoks politikaların, Ortodoks şövalyelerine karşı çıkıp, kaleyi içten fethetmek gibi anlamsız ve saçma bir tavrın sürdürülmüş olması, bugün yaşanan sıkıntıların ana kaynağıdır.
Tamam canımız yanıyordu ama, Heteredoks kimse, o piyasaya düştükten sonra, halimiz biraz daha perişan olmadı mı?
KKMD’miydi neydi bilmiyorum ama, bu ucube sistemde, bölgesel ve küresel güçlerin ekmeğine yağ sürmek gibi bir şey oldu. Bugün konuşulan devasa rakamları, sistem nasıl ve ne şekilde kapatacak, iki-üç değil, ikiyüz-üçyüz bilinmeyenli denklem olmuş. Bu sistemden bir an önce vazgeçilmeli. Küresel sermaye, sizin iki ayağınızın bir papuca sokulması gerektiği zamana kadar, size geniş geniş ruganlar giydirmeye devam edecektir.
Bugün, ayaklarımızın daralmaya başladığını ve sıkmaya başladığını, hepimiz hissediyoruz.
Ve gittikçe de sıkılıyoruz.
Baştakiler sıkılıyor, ortadakiler ve alttakiler, hatta en alttakiler sıkılıyor.
Fazla sıkılmanın sonu nereye varır, geçmişe bakarsak belki hatırlarız.
Fecaettin Batırdıel değilim, “şakkadanak şunu yapın” da diyecek kadar, akıllı değilim. Siz yine bildiğinizi yapınız..
Kalın sağlıcakla.