reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Ölüm Korkusu / Vicdan Azabı

Yayınlanma Tarihi : Google News
Ölüm Korkusu / Vicdan Azabı

Necip Fazıl Bir Adam Yaratmak isimli eseriyle, bir yandan cemiyeti, aileyi, kadını, çıkar ilişkilerini, olayları diğer yandan ölümü, yok olmayı, kaderi, insanın azim ve aczini, yaşamayı irdeler. Alın yazısının vazgeçilmezliğini ve kişinin teslimiyetini gözler önüne serer. Bir Adam Yaratmak, üstadın “çile” isimli şiirinin farklı bir üslupla sahneye aktarılmasıdır. Aynı bunalımlar, fikir işkenceleri tiyatro diliyle anlatılmaktadır.

Bir Adam Yaratmak eserinin başoyuncusu Hüsrev bir sanatkârdır. “Ölüm Korkusu’ isimli bir tiyatro eseri yazmış ve sahneye konulmuştur. Ölüm Korkusu, kendisini yalılarının bahçesinde bulunan bir incir ağacına asmış bir babanın oğlu ile annesinin arasında cereyan eder. Oğul bir kaza sonucu annesini öldürür. Ama ölümün kaza olarak isbat edilmesi neticesinde serbest bırakılan oğul vicdan azabından kurtulamaz… Vicdan azabı gittikçe daha değişik ve karmaşık düşüncelere yol açarak, onda ölüm, yaradılış, yok oluş gibi muammalı konularda ağırlık kazanır. Buna bir de babasının kendisini incir ağacına asması eklenince, tamamen giriftleşir ve bir hafakana dönüşür. Sonunda oğul kendisini de aynı incir ağacına asar.

Hüsrev kendi yazdığı Ölüm Korkusu adlı eserini adeta adım adım izlercesine yaşaması, “Bir Adam Yaratmak” eserin konusunu oluşturur.

Necip Fazıl, sosyal ve toplumsal hayatının içerisinden seslenmektedir ve topluma ayna tutmaktadır. Kendi asli hüviyetine yabancılaşan insanımızı bozulan cemiyetinin konumunu ortaya koymaktadır. Sosyal ve kültürel dokusuyla içerisinde yaşanılan toplumda çoğu insanın çıkarları uğruna her şeyi yapabileceğini gösterir. İnsanlar ne kadar dost ve arkadaş görünseler de gayeleri nihayetinde değişmemektedir. “Dostluk, o bir maymuncuk, o bir hırsız anahtarı. Evimizin kapısını açıyor, ruhumuzun kapısını açıyor ve ne bulursa yakıp kül ediyor, ne bulursa pazarda satıyor. Beni upuzun bir tabuta yatıracakları gün, arkamdan gelecek olan dostlarım değil, kefenimin hırsızlarıdır.”

Hüsrev’in gözünde cemiyet ve dostluk bozulmuş, her şey bir menfaat üzerine kurulmuş, herkes çıkarı için çalışmaktadır. “Her şeyin içinden bir başka yüz” çıkmaktadır. İşin şaşılacak yönü kimse bunu açıkça ortaya koyamamaktadır.

“Bu nasıl dünya hikâyesi zor

Mekanı, bir satıh, zamanı vehim

Bütün bir kainat muşamba dekor

Bütün bir insanlık yalana teslim.”

Bu şekle bürünen toplum yeni bir insan türüyle şekillenmektedir. “Hafızası hayali teessürü yok… ittiğin zaman gidiyor, bırakınca duruyor..” İşte Hüsrev’de bunlar gibi olmadığı için, “şehirleri, sokakları, kahveleri dolduran seri malı insanlardan”  olmadığı için, çevresindekiler tarafından akli dengesini yitirdiği kanısına varılır. Buna asıl gerekçe yazdığı “Ölüm Korkusu” isimli eser ve yankısıdır. Hüsrev bu eserini yazmasıyla birlikte, bütün varlığıyla, bütün çevresiyle sürtüşme ve anlaşmazlığa düşer.

Hüsrev, ilkin aklın sınırlarını zorlayarak olayların sebebine ve akışına iner. Olayların basit diye adlandırdığımız tesadüfler üzerine bina edildiğini görür. Hüsrev, buna, bir trafik kazasını örnek olarak gösterir. Bir kaza olmadan on dakika önce kimsenin kazayı bilmediğini, bu on dakikalık süre içerisinde farklı istikametlerden gelen arabaların ve kişilerin her türlü hareketlerinin, kazanın yerinin ve zamanın gelmesinde etken olduğuna anlatır. “Bu masum hareketlerin bile birkaç dakika sonra kopacak faciada hisseleri vardır.”  Biz onları, o zaman bilemeyiz. Kaza olduğunda küçük bir dalgınlığa veya yanlışlığa bağlarız sonucu, demektedir.

Bu yoğun düşünce sonucu çevresi ile tamamen ilişkileri bozulur. Hüsrev’in yaptığı hareketler çevreye zararlı olarak gösterilir. Akliyeci Nevzat ve gazeteci Şeref bu durumdan yaralanarak biri kliniğine müşteri çekmek diğeri gazetesine okuyucu bulmak için planlar yaparlar. Hüsrev’in annesi Ulviye’yi de oyuna alet ederler.

Bunlar genel olarak Hüsrev’i meşgul etse de bir yönden de düşüncesinin yoğunluğuna yol açar. Bununla birlikte içerisine düştüğü bunalımı çözecek yolu zorlar ve “yasaklar bölgesi”ne girer. Ve “fikir çilesinde büyük işkence”den geçerek “gizli düğümü” çözmek için “ölüm terleri” döker. Sonunda, “gece bir hendeğe düşercesine” gerçeğin kucağına düşer. Böylece insanın aczini, aklın zatıflığını ve bazı mes’eleleri kavrayamayacağını görür. “Ben tırmanmak istediğim kayadan düştüm. Meğer çok ileriye gitmişim… Yasak ülkelere girmişim…”

Barınmadığı “gölge varlık”tan sıyrılarak, gerçek hakikate erer. Alın yazısının gerçekliğine inanır. “Gölge artist öz sanakârı tanıdı. Ben şimdi, şu anda tanıyorum Allah’ı…

Ve aynı hafakandan kurtuluşunu “çile” şiirinde ise şöyle belirtir.

“Atomlarda çümbüş, donanma şenlik

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur

İçiçe mimari, iç içe benlik

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur”

YORUM YAP