Bazen farklı bir duyguya kapılır insan…
Heyecanla, umutla ve istekle açılacak kapının önünde, bir selam almak, birkaç kelam etmek için bekler.
Beklemek bazen güzel, bazen üzücü ama en çokta heyecanlı bir hâldir… Beklediğine değecek bir şeyi beklemekten daha güzel hangi vakit vardır ki… O, insanın içini kıpır kıpır eden, el ile tutulamayan, tarif edilemeyen, sıcak, hoş, çarpıcı, sarıcı, derin ve derin olduğu kadar da engin, kuşatıcı, kucaklayıcı bir duygu yoğunluğudur. Öyle bir duygu ki, alabildiğine uzanan ucu bucağı görülmeyen bir çarşaf gibi yayılmış koskoca bir okyanustur sanki. Bir söz düşmeyegörsün oraya, bir hüzün çökmeyegörsün, bir arzu kabarmayagörsün tıpkı bir taşın düştüğü gibi, küçücük bir halkadan içi içe dalgalanan gittikçe açılarak yayılan halkalar deryasına dönüşür. Her bir halka bir umudu, her bir halka efsunkâr bir titreşimi körükler. Halkalar sonsuza değin iç içe yayılır gider sanki.
Beklemek zamanı kıskacına alır ve tarifsiz bir şekilde tüketir öylesine. Bazen yetersiz gelir, bazen hemencecik bitsin istenir, bazen de uzasın, akıp gitsin, donup kalsın, tükenmesin istenir. Bazen tükenen zamana isyanla bir an önce beklenilen gelsin istenilir, olacak olan bir an önce olsun istenir. İstenilir ama ne gelen olur ne de giden…
İşte böyle… Bazen beklediğimiz hayat, beklediğimiz yarın, umut, özlem nerelerde tutsak kalır bilinmez.
Yine de beklemek umuttur; beklemek arzudur, sahiplenmedir, kabullenmedir. Beklemek bağdır, bağlanmadır. Bağlanmak umudun ufkuna heyecanla uzanmaktır.
Beklemek isteyerek, özleyerek ve sabırla arzulamaktır, ümitvar olmaktır. Bir güzel sözü, bir güzel tebessümü görebilmek ve duyabilmek için zamanın akışında sabırla ömür törpülemektir bir bakıma. Böylesine beklemek bilinir ki özlem duyduğumuza biraz daha yakın olduğunu neredeyse onunla beraber olduğunu hissetmektir. Her bekleyiş aslında gönüllere ferahlık veren sesi duymaktır; o sesin getirdiği esintinin rüzgârında ferahlamaktır, umutlanmaktır. O esintiyle beklenen gelsin istenir, özlenen olsun istenir… Hüzünlü yüreklerde mütebessim gülüşler var olsun istenir. Her bir sözcüğün gölgesine umutla tutunup sığınmak istenir…
İnanılır ki, sıcaklığı hissedilen, yorgunluğu dindiren ruhun aydınlandığıdır.
Bütün bekleyişlerin, tükenmeyen, alevlenen, körüklenen heyecanların bitimsiz bir özlemidir bu sürükleniş. Heyecanı hep birlikte yaşamak, ayazlı kış aylarına girilen günlerde, gönüllerin baharına açılan yeni bir ilkyaz gibidir. Tomurcuklanan çiçeklerinin açmaya yüz tuttuğu bahçelerde o anı beklemek kadar güzelliktir aslında.
Bazen hayat, dünyanın kirinden, pasından sıyrılmak için seherlerde, el değmedik vakitlerde, saf yüreklerle, temiz sözcüklerle içten ve samimi yakarıştır. Acziyetin, kulluğun en bariz şekillerde tüm hücrelere, tüm benliğe yayıldığı, af için, tövbe için susan dudakların yürekten seslenişleridir, yalvarışlarıdır.
Dünya kazanımlarının isimlere öncülük ettiği tüm sıfatlarından sıyrılıp, biriktirdiği tüm emtiadan uzak kalıp insanın kendisiyle, eliyle, diliyle duruşuyla içinin derinliklerinde mahfuz olan hassasiyetin ağırlığıyla baş başa kalması, kendisi olmasıdır herhalde.
Bazen insan kendisi olabilmelidir hiç değilse…
Hayat bazen yalnız kalmaktır, yalnızlığında kendin olabilmektir. İnsanın kendisiyle baş başa kalması gerekmez mi?