Sararmış yaprakların dökülüşünde saklı bir veda; sanki her yaprak, eski bir hatırayı sırtına almış da usulca toprağa teslim ediyor. Gökyüzü, maviliğini bir süreliğine bırakmış, bulutlar biraz daha ağırlaşmış; tıpkı insan ruhunun mevsimden mevsime geçerken hissettiği yorgunluk gibi. Ve rüzgâr, hafif bir tınıyla şehirdeki sokakları dolaşıyor, geçmiş zamanları fısıldıyor, hummalı vardiyası çoktan başlamış.
Sonbahar, hatıraların en çok görünür olduğu zaman belki de. Hızla giden dünyanın soluk alması ya da çok hızlı gittiğinden durulup dinlenmesi. Akşamın erken inen gölgesi, yürekte yeni sorulara yer açarken ağaç dalları yüklerinden kurtuluyor yavaş yavaş. Oysa kalbimiz biriktirdiği her şeyle daha dolu. Günler kısalırken, gecenin saltanatı başlıyor ve altın sarısı konfetiler eşliğinde başlıyor şehrayin.
Yine de güz, bir hikâyenin en kırılgan sayfası. Ne kadar yaşanmışsa, o kadar dökülür gözlerden yaprak yaprak. Bir yandan kaybedişin zarafeti, diğer yandan bu kaybın içinde gizli teselli… Bir vedanın incecik perdesini aralayan bir şair gibi gelir o. Yapraklar, artık rüzgârın ellerine bırakmıştır kendini; her biri, geçmiş mevsimlerin hüzünle karışık neşesini fısıldar gibi yere düşer. Sarı ve kahverengi, toprağın kucağında yeniden can bulur. Güneşin ışığı bile yorgundur artık, daha nazik dokunur dünyaya, daha kırılgan. Geceler uzarken, içimizde bir sessizlik büyür, o sessizlikte eski hikâyeleryankılanır, bir şeyler biter ama her bitişin içinde gizli bir başlangıç vardır. Sonbahar, hem içimizi ürperten bir soğukluk, hem de içten içe ısıtan bir hatıradır; zamanı eğip bükerek, bizi kendi içimize döndüren sessiz bir yolculuk.
İnsandaki mevsimler, ruhun derinliklerinde saklanan döngüler: Ve sonbahar, insan ömrünün en kırılgan, en düşünceli zamanını temsil eden zaman dilimi. Tıpkı ağaçların yapraklarını dökmesi gibi, insan da bu mevsimde yüklerinden arınır, geride bırakması gereken her şeyi yavaşça bırakır. Yılların biriktirdiği anılar, düşen yapraklar gibi gözlerimizin önüne serilir; bazıları neşe dolu, bazıları hüzünle sararmış.
İnsanın sonbaharı, bir iç hesaplaşmanın ve kabullenmenin mevsimidir belki de, kim bilir? Yazdan kalma coşkunun ardından gelen bir durgunluk. Fakat bu durgunluk, bir yorgunluktan öte, içsel bir huzurun kapısını aralayan bir serzeniş. Güneş nasıl ki daha nazik vurur toprağa, insan da bu mevsimde hayatın özüne daha derinden dokunur. Ve tıpkı sonbaharın getirdiği hafif serinlik gibi, insanın bu mevsiminde de geçmişin rüzgârı içimizde eser; her şeyin geçici olduğunu hatırlatır, ama o geçicilikte bir sonsuzluk olduğunu da söylemeden edemez. Sadeleşen, derinleşen ve belki de yeniden başlayacak olan bir hayatın şafak vaktini müjdeleyen muştudur o!
Her bir mevsim, varoluşun farklı bir yüzünü gösteren ayna: Bahar yeniliği ve umudu, yaz coşkuyu, sonbahar dinginliği ve kış içe dönüşü simgeler. Doğa, sürekli değişimle varlığını sürdürür; hiçbir mevsim sonsuza kadar kalmaz, her biri bir diğerine yer açmak için bir adım geri çekilir. Değişim ve dönüşüm, tıpkı mevsimler gibi, ruhumuzun da ihtiyaç duyduğu dingin bir sürece yelken açar. Bu döngünün vazgeçilmez parçası olan biz; bu yap-bozun, bu serencamın:Sabit kalmak imkânsızdır bu akışta; yenilenmek, tazelenmek ve kendimizi yeniden inşa etmek için, yol alabilmek için! Sararmış yaprak misali her hırçın rüzgârın ardına da düşmeyerek tabi. Tıpkı doğanın her mevsim kendini baştan yaratması gibi. Bizler de eskiyi bırakıp yeniye kapı aralayarakiçsel baharımıza ulaşacağız hiç şüphesiz. Bir an sıcacık gülüşler saçarken bir anda soğuk sessizliğe bürünen doğanın çelişkisine rağmen üstelik! Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, sözlerini yazdığı şarkı da söylediği gibi:
“Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe…”