Bir yerde okumuştum, suskun bir insan gördüğümde hep aklıma bu cümle gelir. Bilirim ki bazı insan içinde yaşadığı ve karşılaştığı durumlar karşısında nedense suskun kalır hep. Konuşsa muhtemeldir ki o konu hakkında ve cevabî nitelikte öyle anlamlı ve derinlikli şeyler söyleyebilir ki, söylenen o sözlere öyle haklı cevaplar verir ki, söyleyen kişi keşke söylemeseydim diye düşünebilir. İşte böylesi durumlarda hep aklıma gelen o cümle ise şöyle: “İnsan susunca konuşmuyor sanılır. Hâlbuki en şiddetli kelimeler sükûtun içinde gizlidir.”
O nedenledir ki sükût aslında bir cevaptır, duruştur, tavır alıştır.
Bu suskunluk ve sükût, hep sesini gür çıkarıp görüşünü söylediğini sanan veya haklılığını ispat etmeye çalışan ve aklına gelen her sözcükle karşı tarafa üstünlük sağlamaya çalışan kişilere karşı bir farklı ve anlamlı bir cevap verme şeklidir aslında… Gel gör ki bu asil tavır çoğu zaman anlaşılmıyor; hatta muhatabı tarafından bir üstünlük emaresi olarak da algılanıyor olabilir.
Bu durum, sadece söz düellosunun olduğu anlarda yaşanan olaylarda sarf edilen galebe çalmanın rastgele harcanan ifadeleri de değil… Bazen insan hâl ve hareketleriyle de haksız ve gereksiz olduğu durumlarda dahi üstünlük sağlamak ve muhatabına göre bir adım daha önde olmak için cümle kurmak yerine tavır ve hareketleriyle kendi üstünlüğünü veya fikrini karşı tarafa geçirmeye çalıştığı da sıkça görülmektedir. Ya da tabir caizse çözülecek olan sıradan problemleri devasa boyutlara taşıyan ve büyüten tavrıyla muhatabını haksız duruma düşüreceği tavır ve hareketlerde bulunarak sesini yükseltir, cümlelerini çoğaltır veya zaman zaman tekrar edip aynı ve benzer ifadeleri sürekli kullanır. Her ne şekilde olursa olsun hakikatin esas alındığı değerlendirmelerde bu gibi tavırlarda, sesini yükselterek haklı pozisyona geçen kişiler karşısındaki kişilerin suskun kalışını, onlara karşı hedeflerine ulaşabilme yolunda mesafe kazandıkları zehabına kapılmalarına sebep olabilir.
Hâlbuki bu tür bir suskunluk ve sükût hâli asaletin ve zarafetin timsali olarak sessizliğin, bir tavır alma ve ifade biçimi olarak benimsendiğindendir; bunu çoğu kimse fark etmeyebilir. Bu tür suskunluk hâli bir acziyetin, çaresizliğin ve verilecek bir cevabın olmayışından kaynaklı olmadığı ise aşikârdır.
İnsan susuyorsa bir sebebi vardır.
Suskunluğunun altında yatan makul ve mantıklı bir gerekçe bulunabilir. Bazen de cevap vermek cevabı hak edene, onu anlayıp hata ve yanlışının farkına varabilecek liyakat ve anlayışa sahip olanlara verilir; bunu fark edemeyenler için ise sükût bilinçli seçilmiş bir tavır alıştır. Zira cevap vermek anlayabilecek olanlara yapılabilir. Anlamayana ve anlamayacak sabit fikirlilere, takıntılı olanlara anlatmanın veya cevap vermenin ne anlamı olabilir ki?
Cevap vermek karşısındakine değer vermektir bir bakıma; değer verilemeyecek denli anlayışsız, bilgisiz ve yetersiz olanlara anlatmanın ne anlamı olur ki? Varsın o söylenmeye devam etsin, varsın o kendi kurduğu kısır ve dar dünyasında kafasındaki doğmalar, içindeki çekememezliklerle ukala tavrını bir bilgiçlik edasıyla sürdüredursun… O debelendiği kuyuda çırpınışını sürdürdükçe başarılı bir uğraş halinde olduğunu, çevresine ve âleme özgün fikirler ifade ettiğini sanarak ömrünü anlamsız ve hiçbir kimseye ve hiçbir şeye faydası olmayan bir uğraşla tüketmekle geçirsin, yetmez mi?
Susmak kaybetmek değildir. Mesele kaybetmek veya kazanmak meselesi de değildir. Anlamak ve anlaşılmak, hakikatin insan için çok değerli ve anlamlı olduğunu idrak edebilme meselesidir. Varsayımlarla üretilenler, hakikatin bizatihi kendisi olabilirler mi hiç? İnsan hırsına yenik düşüp, zaafına ve arzu ettiği sonuca ulaşabilmek için hakikati ters yüz ederse ve bu yönde iflah olmaz bir saplantı ve takıntı ile kine dayalı duygulardan beslenerek düştüğü yolda bir kez olsun durup ‘ben ne yapıyorum ve neden yapıyorum’ diye kendi kendine sorma cesaretini dahi düşünemiyorsa, düşüncesiz insana karşı susmak evla değil midir?
Susmak anlayanlar için erdemdir.
Susmak, zayıf olmak ya da haksız olmak da değildir, susmak aslında büyük ve onurlu bir güçtür çoğu zaman. Zira susmak sadece bir iletişim biçimi değil, aynı zamanda bir duruş, tavır alış ve bilgelik göstergesidir aynı zamanda… Nietzsche’nin dediği gibi: “Susmak, daha fazlasını söylemekten daha derin bir anlam taşır.” Tabi ki anlayana, anlayabilecek yeteneğe sahip olanlara…
Sözün özü insan önce kendi yeteneğine, kabiliyetine ve kendi birikimine, liyakatine ve ışığına bakmalı değil mi?
Victor Hugo diyor ki “Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsızlık duymaz.”