reklam
reklam
DOLAR38,0216% 0.51
EURO41,4064% 0.33
STERLIN49,3843% 0.24
FRANG43,1529% 0.57
ALTIN3.706,31% 0,09
BITCOIN83.589,50-1.855

VAKTİNE KALAN SÜRE

:
için vakti

Toprak kapta şehitlik şerbetinin içildiği yer

Yayınlanma Tarihi : Google News
Toprak kapta şehitlik şerbetinin içildiği yer

Türklerin en büyük savaş malzemesi inançtı. Topa, tüfeğe, çeliğe karşı dimdik duran ve kafa tutan inançtı.

Gelibolu sırtlarına bakınca, Necmettin Halil Onan’ın şiirini ilk dörtlüğünü görürsünüz.

“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir”

Bu dörtlüğü okuduğumuz tepelerdeki toprağın altında çeyrek milyondan fazla bıyığı terlememiş vatan evladının kalbi atmaktadır. Bu şiirin devamını bilirsiniz:

Bu ıssız gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda,
İstiklâl uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele.
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübârek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Bu yer düşman işgaline uğramış ya da düşmanın göz diktiği yurdun her karış toprağıydı. Behçet Kemal Çağlar, namı diğer Ankaralı Âşık Ömer, birçok destanında bu yerleri anlatmıştı coşkuyla. Onlardan birisi de Çanakkale’ydi:

“Çanakkale derler yokken hesapta
Mahşerin dünyada kurulduğu yer.
Çanakkale derler topraktan kapta,
Şehitlik şerbeti içildiği yer.

Bayrakları karışmasın kanlara,
Kılıçların kükremesi kınlara,
Yanık bağırlara, ak alınlara,
Çelik yağmurunun çevrildiği yer.

Ejder ateş salan arslan böğrüne
Timsah diş saplayan insan bağrına,
İstanbul denilen cana uğruna ,
Yüz bin canın yere serildiği yer.

İstanbul’un gözleri dolu baktığı,
Yavruların diye ağıt yaktığı,
Dere dere yakut kanın aktığı,
Yiğit harmanının savrulduğu yer

Pırıldarken vicdan da din misali,
Direnirken şol Çin misali,
Tırpan girmiş körpe ekin misali,
Sıra sıra evin devrildiği yer.

Gelsin Âşık Ömer hisse kapmaya,
Toprak seccadede yurda tapmaya,
Çanak, Çömlek değil, vatan yapmaya,
Toprağın al kanla yoğrulduğu yer.

18 Mart 1915 Çanakkale zaferi, tarihimizin en onurlu sayfaları arasında yer alıyor. Bu Zafer, kurtuluşumuzun mayası, bağımsızlığımızın temeli oldu. Türk Ulusuna, Atatürk gibi bir önderi armağan etti.

Bu harbin iki büyük kumandanından birisi Cevat Çobanlı Paşa, diğeri de Anafartalar Kumandanı Miralay Mustafa Kemâl’di. Bu Komutanlar, Türk tarihine daha nice zaferler yazacaklardı. Çanakkale Zaferi, geleceğe yön vermiş, tarihin akışını değiştirmişti. Bu zaferde en büyük payı olan Mustafa Kemal’in yedi yıl sonra Dumlupınar’da kazandığı zaferse, Malazgirt’ten sonra Türk’ün talihini değiştirmişti.

Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce 1911-1912 yıllarında Osmanlılar, son Afrika topraklarını da İtalyanlara kaptırmıştı. 1912-1913 Balkan Harbi hezimeti, Rumeli’deki hâkimiyetimizi silip süpürmüştü. Bulgar orduları İstanbul’un kapılarını zorluyordu. İstanbul boğazının güvenliği tehlikedeydi.

Ve yalnızdık. Osmanlı karşısında dünün cüceleri, şimdi devliğe soyunmuş iki blok oluşturmuştu.

Her iki blok, Türk ittifakını küçümsüyor, kendileri için yük olmasından korkuyorlardı. Almanlar, iki blok arasındaki savaşta Osmanlı Devleti’nin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetlerini meşgul edebileceği düşüncesiyle hareket etti. Böylece, kaderimiz 2 Ağustos 1914’te Üçlü İttifak’a bağlanmıştı.

İtilaf devletleri açısından Çanakkale önemliydi?

Çünkü Çanakkale zayıf bir yerdi. Burası alınınca, Osmanlının başşehri İstanbul kolaylıkla alınabilecekti. Türk hükümeti ağır bir hezimete uğrayacak, Anadolu’ya sığınmak zorunda kalacak, Süveyş üzerindeki baskısı bitecekti.

Çanakkale ve İstanbul boğazları itilaf devletlerinin eline geçince, Rusya’ya deniz yoluyla yardım kolaylaşır, Almanya ve Avusturya’nın doğusundaki Rus cephesinin savaş gücü artardı.

İstanbul Ruslara bırakılarak yüz yıllık ideallerine kavuşan bu milletin savaşma arzusu kamçılanırdı.

Boğazların itilaf devletlerine geçmesi, Bulgaristan ve Romanya’nın Almanlara katılması ihtimalini ortadan kaldırırdı.

Boğazların alınması halinde, Balkanlardaki durumunu düzeltmek için Almanlar Batı cephesinden, Tuna boylarına kuvvet çekmek zorunda kalırlardı.

Önce, Çanakkale boğazına taarruz deniz ve kara kuvvetleriyle birlikte mi olsun yoksa yalnız denizden mi olsun tartışıldı. Sonunda deniz yoluyla hücumun yeterli olacağına karar verildi.

Ne var ki İngilizlerin, Fransızların küçümseyerek ile yaptıkları hesap, Türk’ün vatan sevgisine, iman dolu yüreğine uymamıştı.

Şimdi o günlere gidiyoruz: Diyor ki Halid Fahri Ozansoy:

“Sahillerde yavaş yavaş gün ağarmada.
Ufka düşmüş gülümseyen ince bir hilâl
Çanakkale önünde bir sefil “armada”
Ediyor top sesleriyle sükûtu ihlâl…”

3 Kasım 1914 saat 06,50. İki İngiliz harp gemisi Ertuğrul ve Seddülbahir tabyalarını, iki Fransız harp gemisi de Kumkale ve Orhaniye tabyalarını 17 dakika süre ile bombalamışlardı. İlk şehitlerimizi vermiştik: Beş subay, seksen er…

Fransız ve İngiliz harp gemileri 19 Şubat günü saat 7.45’de boğaz önüne gelmişti.

“..Üç buçuk ay sonra / Fransız zırhlılarıyla güçlendirilen / İngiliz donanması / Yenilmez armada / Amiral Carden komutasında / Gelibolu önlerine geldi. / 19 Şubat sabahı / Beklemeden / Kulelere-tabyalara yöneldi.

Mehmet bakıyordu siperden / Uy anam.. / Bunlar / Ne kocaman gemilerdi… / Lord Nelson ürkünçtü / Queen Elisabeth bir devdi / Salıverdikleri duman / Kustukları alevdi… / Ama…

‘Çanakkale kapısı dardır, geçilmez…’

Parça parça olunur güllelerden şehit olunur / Kapı açılmaz. Açılmaz…”

Düşman gemileri 12 saat boyunca Türk tabyalarını ateş altına almıştı. 25 Şubat günü daha fazla gemi ile Çanakkale Boğazı önüne gelen İngiliz ve Fransız Filosu, Orhaniye ve Ertuğrul tabyalarına ateş açmışlar, karşılık görünce susmak zorunda kalmışlardı.

26-27 Şubat günleri bazı düşman gemileri boğaza girmiş merkez tabyalarımızı ateş altına almışlardı Ancak başarı elde edemeden çekilmek zorunda kalmışlardı. Düşman gemilerinin teşebbüsü 1,2,3,4,ve 12 Mart 1915 günlerinde sürmüş başarı kazanamamıştı.

“…..
Kalelerde dalgalanan al bayrakların
Üzerinde yıldızlar bir yığın inciye
Benziyor ki edecekler işleyip yarın
Parlak zafer çelengini Türk’e hediye.”

Girişte Boğazımız / Tümüyle savunmasız / Tabyalar yerle bir / Bugün yarın koca zırhlılar / Saldıracaklar / Kıyı tabyaları susmuş / Elimizde topu topu / 26 mayın var / Üstelik / Bunları döşeyeceğimiz koylar / Düşman gözetimi altında / Gerçek bu…

17-18 Mart gecesi / Nusret mayın gemisi / Karanlıktan yararlandı / Boğazın ağzına indi

Tophaneli Kaptan Yüzbaşı Hakkı / Torpil komutanı Nazmi / Mehmetler / Korkusuzdu-inançlıydı-metindi.

Görev önemliydi –buyruk kesindi / ‘Mayınlar döşenecek!’ / Mayınlar Karanlık Limana döşendi. / Her biri / 5,5 metre derinliğe sindi… …”

18 Mart 1915 sabahı İngiliz ve Fransız filoları, tam yolla ve büyük bir güven, kibir ve mağruriyet içinde boğaza girdiler. Saat 8,30’da Anadolu ve Rumeli kıyılarındaki Türk tabyalarını bombalamaya başladılar.

Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında mevzilenen Türk topçularının açtığı ateşler ve Karanlık Limana Nusret Mayın gemisinin döşediği 26 adet mayının etkisiyle mevcudunun üçte birini yitiren İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan donanma, saat 17,30’da çekilmek zorunda kalmıştı.

Mehmetçik, düşmanı denizden bir adım bile geçirtmemeye yemin etmişti. Anadolu bozkırının o güne kadar deniz görmemiş çocukları, sanki kırk yıldır denizlerde savaşıp da pişmiş kişilere özgü beceriyle düşman gemilerine geçiş hakkı tanımamıştı.

Seyit Onbaşı, 276 kiloluk top mermisini yalnız başına kaldırıp namluya sürerek ateşlemiş, İngiliz Zırhlısı Ocean’ı (Oşın’ı) batırmıştı.

Rahmetli arkadaşım Hüseyin Çelikcan şöyle demişti:

“Dağ doğurdu su kabardı Boğaz’da,
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.
Nur serpildi Seddülbahir üstüne
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.

Yaprak dala, dal gövdeye dayandı,
Çiçeklerin rengi ala boyandı,
Siperde ilâhi ışıklar yandı,
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.

Allah Allah sesi geldi derinden
Belli ki Mehmet geçti serinden;
Kuş yuvadan kalktı, martı yerinden
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.

Okka artık başka yerde ağırdı,
Gök yağmuru, ay-yıldızı çağırdı,
Ve bir şehit ateş diye bağırdı,
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.

Mermi şimşek olup çıktı namludan,
Dalga sanki kopmuş gibiydi sudan.
Boy attı filizler, büyüdü fidan,
Bismillah deyince Seyit Onbaşı.

Bu savaşta, Bouvet (Buve), Ocean (Oşın), İrrestible (İrreszitibil) muharebe gemileriyle iki muhrip, yedi mayın arama gemisi batmış, yedi zırhlı gemi görev yapamayacak duruma gelmişti.

İngiliz ve Fransızlar, 18 Mart 1915 bozgunundan sonra, boğazın yalnızca deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceğini anlamışlardı. Halide Nusret Zorlutuna da öyle diyordu:

“Bir atom bombası burada her taş,
Suları zehirdir, düşman, içilmez!
Sen zarar edersin, dilersen yaklaş:
Geçilmez bu zorlu geçit, geçilmez!
Yabancıya tekin sayılmaz bu yerler
Her çamın dibinde bir şehit bekler!
Rüzgârları söylet, dinle bak ne der:
Geçilmez bu zorlu geçit, geçilmez!

Bu toprak, güneşin doğduğu yerdir,
Düşman! Karşındaki er oğlu erdir.
Bu büyük gerçeğe aklını erdir:
Geçilmez bu zorlu geçit, geçilmez!

Nihayet bu büyük gerçeği düşmanlar da anladı ve bu nedenle bir anfibik hareketin planlamasına girişildi. Bu sırada Türk Başkomutanlığı da Çanakkale bölgesindeki birliklerini yeni kuvvetlerle takviye ederek 5. Orduyu kurmuştu.

Eğer Müttefiklerin Donanması Çanakkale Boğazı’ndan geçmeyi başarsaydı, Gelibolu Seferi yani Çanakkale çıkarması, Çanakkale savaşları, Türk’ün ateşle imtihanı olmayacaktı. İstanbul alınıp boğazlar Ruslara verilecek, böyle bir morale kavuşan Rusya’da Bolşevik ihtilalı olmayacaktı. Böylece Ruslar, Anadolu’yu işgale devam edecekler, Kurtuluş savasını gerçekleştiren ordumuz Doğu cephesine de bölünecek ve kurtuluş gerçekleşmeyecekti. İlk anda aklımıza gelenler bunlar. Gerisini daha sonraki bölümlerde ele alacağız.

Deniz yolu ile Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlayan Düşmanların kara kuvvetleri 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadasına çıkmıştı.

Düşmanın asıl kuvvetleri, Gelibolu Yarımadasının güney ucuna iki noktadan çıkarak boğazı kontrol edecek tepeleri alacaktı. Bunu başarmak için, iki tümen Anzak kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak İki İngiliz, bir Fransız tümeni ile Hint tugayından oluşan kuvvet ise Seddülbahir bölgesini ele geçirecekti. Aynı anda bir aldatmaca olarak Boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkartma yapılacak, bazı donanma birlikleri orada çıkarma olacağı izlenimini vermek için Saroz Körfezi’ne doğru hareket edecekti.

“Kaplamışken bu yanda şafağı kan selleri,
Andırmıştı Kumkale, Seddülbahir mahşeri.

Ateşten dilleriyle saldırıyorken deniz,
Yanaştı kayalara binlerce soluk beniz.

Ardarda boşalmakta ırmakların her çeşidi;
Dört yandan zorlanıyor bugün Şarkın geçidi…

Sanki güneş yerine ölüm doğmuş ne çıkar?
Varsın kızgınlığından kaynasın aç topraklar.

Önce bir ıslık gelir, arkadan bir uğultu,
Katar katar insanlar, sonra ateş bulutu!

İnliyor altımızda göğsü kavrulan toprak,
Sussun bu topraklar yoksa Truva uyanacak!

Yeri göğü katmada top, barut, dumanları,
Top seslerinden çöktü ufukların duvarı.

Kayalar yükleniyor kayaların üstüne,
Ey ölüm, kulağımız alıştı gürültüne.

Bu dizelerle başlamış Seddülbahir-Kumkale cephesini anlatmaya Haluk Nihat Pepeyi. Anlatmış Çanakkale’de olanları bitenleri dizeler boyu. Biz de zaman zaman bu dizelerin kanadında Çanakkale semalarında geziniyoruz.

Gelibolu Yarımadasında çıkartma yapan düşman kuvvetleri arasında Cezayir Berberilerinden, Senegal zencilerine Avustralyalılardan Hintlilere kadar hemen her milletten kişiler vardı. Düşman donanması dünyanın en büyük ve en modern donanmasıydı. Karşımızdaki ordunun yenilmesi ancak bir mucize sayılabilirdi ki, o mucizeyi Tanrı bize bahşetti.

Türk askeri, hayatını hiçe sayarak dövüştü. Tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı bir savunma savaşı verildi.

Geliniz sözü 25 Nisan 1915’e getirelim.

“…………..

Gün ağarırken 25 Nisan 1915’de / Veryansın etti bataryalar / Tonlarla mermi savurdu / Dehşet ve ölüm kustu / Tabyalar yıkıldı / Toplar sustu.

Mutlandı Carden, / Zaferden! / Coştu gemiciler / Sevindi / Donanmanın resmi papazı / İsa adına / Altın haçını / Öptü.

Ve de ‘insanları sev’ diyen / İsa’nın yüreğinden / Gene / Kanlar aktı, bulaştı / Emperyalistlerin ellerine, yüzlerine…

Süddülbahir kıyısı / Göztepe’nin hemen önü / Çıkarma yapmak için, / En uygun yer. / Alaborda etti gemiler.

Uçtu uçacak sevinçten / Komutanlar-subaylar / Karaya çıkmaya hazırlanan altı bin asker,

Hurra…/ Hurra…. / Hurra…/ Ne kadar kolay zafer.

Bir tümseğin ardında / Ezineli Yahya çavuş / Takım komutanı. / Ve 63 er / Tam siper / Bekler Tanrı’ya sığınıp, / Bekler.

Sonra… / İnanılmaz sonrasına / Anlatmak mümkün değil / Düğümlenmeden boğazına insanın bir şeyler.

Boyanır kana / Çıkarma gemileri / Kızarır / Güverteler-küpeşteler / Kızarır yüzü / Pikniğe gidercesine / Hazırlanan birlikler / Erir gider… / Bu akıl almaz savaş on saat sürer…

Tutunamaz, ilerleyemez/ İtilaf birlikleri / Kurmaylarına bir ara kuşku düşer / ‘Tam donanmış bir tümenle korunuyor burası / Büyük olur kaybımız çekilelim. / Başka çıkış noktası / Düşünelim’/ Derler…

Gün batar ağır ağır / Karanlık yoğunlaşır / Akıtılan kanlar, / Katran rengine döner.

Ezineli Yahya Çavuş / Ve de Mehmetler, / birer birer / Şehit düşer.”

Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir dehanın Türk ve Dünya kamuoyunca tanınmasını sağladı. Mustafa Kemal, Çanakkale savaşları başlamadan kısa bir süre önce Tekirdağ’da yeni kurulacak olan 19 uncu Tümen komutanlığına atanmıştı. Derhal göreve başlamış kısa bir süre içinde savaşa hazır ve seçkin bir tümen haline getirmişti. Bir süre sonra Mustafa Kemal tümeniyle birlikte buradan alınmış Bigali Köyüne sevk edilmişti. Gelibolu çıkarmasına kadar burada kalmıştı. 25 Nisan 1915 Arıburnu taarruzu başlar başlamaz kendi inisiyatifi ve teşebbüsü ile, emir beklemeden Arıburnu’na yetişerek taarruza geçmiş, düşmanı Kocaçimentepe’de durdurmuştu. Yarımadanın tahliyesine kadar, düşmanın ilerlemek için bütün taarruzlarını eritmiş ve Türk’ün yiğit Mehmetçiği Çanakkale’de sanki etten ve kemikten bir kale yaratmıştı.

Mustafa Kemal tümeniyle Anzakların saldırısını karşılamak üzere Boğalı’dan hareket etmiş, zor şartlar altında Sarı Bayır’a ulaşmıştı. Mustafa Kemal burada, kıtasına kısa bir istirahat verir. Birkaç subayı ile çevreyi daha iyi görebileceği bir yere doğru yaya gider. Conk Bayırı’nın eteklerine vardıklarında kendilerine doğru koşan ve görünüşe göre kaçan bir grup Türk askeri ile karşılaşır. Mustafa Kemal durmaları için bağırır. Neden kaçtıklarını sorar. “Efendim düşman geliyor” derler ve tepeden aşağısını gösterirler. O arada fundalıklar arasında Avustralya müfrezesi görülür. Mustafa Kemal bunlara kendi taburundan daha yakındır. Hemen orada askerlere durup dövüşmelerini emreder. Askerler cephanelerinin tükendiğini ileri sürerler. Bunun üzerine süngü taktırarak mevzi aldırır. Bunu gören Avustralyalılar da mevzi alıp tereddüt edince, Mustafa Kemal sırtın öbür yanında istirahat etmekte olan taburunu alıp getirmek üzere emir subayını koşturur.

Mustafa Kemal raporunda “Kazandığımız an işte o andı” diye yazar.

Kuşkusuz ki her alayımız, her taburumuz şanlıdır. Ama 57 nci alayın yiğitliği bir başkaydı. Posta neferinden kumandanına kadar her biri bir aslan yavrusuydu. Emekli Paşalardan Fazıl Bayraktar, “Hey bre hey… Ne Alaydı o Alay. / Belli ki şehâdete yürümek / Uçmaktan daha kolay.” diyor ve bu Alay için bir destan düşüyor:

“Aldık abdestimizi birer matara suyla;
Bekleriz şehâdeti ibâdet sükûtuyla

Hücum borusu çaldı her birimiz bir yerden,
Tekbir uğultusuyla fırladık siperlerden.

İman dolu göğüsler birer volkanik dağ gibi,
Yürüdük manga manga, bölük bölük, çığ gibi.

Elazığlı, Konyalı, Sivaslı, Ankaralı,
Burdur, Çankırı, Rize, Tekirdağ, Malkaralı.

Künyemiz Ayıntap’tan, Afyondan, Adana’dan,
Doğmuş gibiyiz sanki hepimiz bir anadan.

Bir mangada on kardeş, bir bölükte yüz kardeş,
Her birimiz bir bölük düşman askerine eş.

Kimimiz delik deşik, al kanlara bulanmış;
Şehâdet şerbetiyle Hak rahmetine kanmış.

Yaralanıp düşenler mahzun mahzun bakmakta,
O güzel gövdelerden sel gibi kan akmakta.

Savaş değil de sanki toydayız düğündeyiz,
Kulun hakka vardığı bir mukaddes gündeyiz.

Toprağı santim santim mühürledi kanımız;
Ey vatan! Senin için feda olsun canımız.

Türklerin en büyük savaş malzemesi inançtı. Topa, tüfeğe, çeliğe karşı dimdik duran ve kafa tutan inançtı. Bu inançla, Mustafa Kemal: “ Size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerinize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir” dediği anda, herkes öldürmek ve ölmek için düşman üzerine atılmıştı. 57 inci Alay, Mustafa Kemal’in emrine uyarak tamamen şehit olmuştu.

Şimdi Conk Bayırı’nda açılan 57. Alay mezarlığı ve anıtının önünde bir mermer kitabe vardır. Besmelenin ardından

“Şehitler Allah’tan şunu istediler: Ya Rabbi bizi dünyaya tekrar gönder ve Sen’in uğrunda bir kere daha şehit olalım” Hadis-i Şerif’i yazılıdır.

YORUM YAP