reklam
reklam
DOLAR42,4496% 0.01
EURO49,6787% 0.24
STERLIN56,8740% 0.29
FRANG53,0952% 0.02
ALTIN5.742,06% 0,03
BITCOIN92.791,490.285

Uykusuz Gecelerin Soruları

Yayınlanma Tarihi : Google News
Uykusuz Gecelerin Soruları

Hayat, herkesin hayal ettiği ve her şeyin gerçekleştiği bir platform değil ne yazık ki…

İnsan, gündüzün koşuşturmasından daha çok gecenin sessizliğinde kendisiyle yüzleşir. Ve işte o anlarda, toplum içinde isteyerek ya da istemeyerek takındığı maskeler birer birer düşer; geriye sadece, hayatın yükünü omuzlarında taşıyan çıplak ruhuylabaş başa kalır… Gerçek hayat budur belki de…

Herkesin bir gün bir yerlerde ya da bir şekilde hevesi yarıda kalmış, tebessümü eksilmiş ve belki de hayali kırılmıştır… Kimisi çocukluk düşlerini büyümenin heyecanında kaybetmiştir; kimisi gençlik heyecanını ağır sorumlulukların gölgesinde unutmuştur. İnsan, hep yarım kalmışlıklarıyla devam eder yaşamaya. İşte bu yüzden insan kendiyle baş başa kaldığında, gece başını yastığa koyduğunda, uykunun bir türlü gelmediği gecelerbaşlar.Çünkü zihni, içine sinmemiş olayların yer aldığı bitmemiş defterleri bir bir açmaya ve onlarıkarıştırmaya ve sorgulamaya başlar.

Bunu her fert tek tek yaşasa da toplum dediğimiz geniş kalabalık, aslında tüm yarım kalmış hikâyelerin havuzudur.

Sosyal hayatta insanoğlu çoğu kez “tamamlanmışlık” görüntüsü vermeyi yeğler genellikle… Ve dışarıdan bakan herkes de onu iyiymiş gibi algılar.İşler, unvanlar, makamlar, aileler, sosyal çevreler hep başkaları tarafından sağlıklı gidiyor gibi gözükür. Oysa kalabalığın ortasında bile her insan, içindeki yarım kalmışlıkları gidermek için uğraşıyordur sessizce. Görkemli sofraların, süslü mekânların arkasında aslında söylenmemiş cümleler, boşa harcanmış nefesler vardır. İnsan, ne kadar gülse de kendi içine kapandığında içindeki yoğun dalgaların ve yorgunluğun çöktüğünü hissetmekten alamaz kendini.

Toplumdaki, yeni tabirle “mahalle baskısı”, geleneksel ifadeyle “el âlem ne der” endişesi insanı bir kalıba sokmaya çalışı rdurur hep.

Zira değerlendirme ve başarı ölçütleri kalıplaşmıştır: iyi bir iş, saygın bir çevre, sorunsuz bir aile gibi… Ancak, ruhun derinliklerinde nelerin rahatsız ettiğini sormak kimsenin umurunda değildir bile. Bir tebessümün neden yarım kaldığını, onca uğraşın neden boşa gittiğini, bir insanın niçin kendini eksik hissettiğini fark edemez kimse.İnsanı için için yıkan, yakan yaraların kaynağı da buradadır aslında: insan, görünür olan ile görünmeyenin arasında sıkışıp kalır. Kalabalık içinde ayakta kalmaya çalışırken iç dünyasındaki depremler devam eder. Ve bir gün fark eder ki; yıllar geçip gitmiştir ama asıl kendisi, kendi kıymetini bilmeden tüketmiştir ömrünü, ulaşamadığı hayalleriyle…

Çünkü toplum, görüneni değerlendirir; görünmeyeni ise görmezden gelir.

İnsan, çoğu zaman başkalarının beklentilerini karşılamak uğruna kendi içindeki çocuğu da susturur. Kendi heveslerini erteleyip başkalarının beklentisini ve beğenisini kazanmak için çaba sarf eder. Sonra bir bakar ki yıllar geçmiş ama içinde hâlâ çocukça bir özlem çırpınıp durmaktadır.

Toplum içinde bir başka kırılma noktası da kişinin değerinin farkına varılmaması ve takdir edilmemesidir. İnsan, en çok kıymeti bilinmediğinde incinir. Sözünün, emeğinin, varlığının görmezden gelinmesi, üzer insanı. Çünkü insan sadece sevilmeyi değil, anlaşılmayı da bekler. Anlaşılmadığı, takdir edilmediği, sevilmeyip saygı duyulmadığı yerde, rahat uyuyabilir mi insan?

Hayatın ironisi şudur ki: insandan beklenen görevler ve sorumluluklar o kadar çok ki ama o sorumlulukları eksiksiz yerine getirdiğinde bile kıymeti neredeyse hiç yok…Yapmadığında ise suçlanan hep odur. İşte bu yüzden insanın içi dışıyla örtüşmez genellikle. O nedenledir ki gündüz güçlü görünenler, gece kendisiyle mücadele eder, geceleri uykusuz kalır çoğu zaman. Çünkü gündüzaçmaya çekindiği perdeleri, ruhun içindeki yarım kalmışlıkları gece yeniden çıkarır sahneye…

Oysa toplum, insanın sadece üretimine, başarısına, faydasına bakmak yerine; onun yarım kalmışlıklarını da anlamaya çalışsaydı, yüreğine dokunsaydı ve anlasaydı belki bu kadar uykusuz ve çelişkiler dünyasında yaşayan insan olmazdı. İnsan, eksiklerini paylaşabilse, yaralarını saklamak zorunda kalmasa; hevesleri kırılmadan yeşerebilse, toplum daha sahici bir hâl alırdı belki de…

Hiçbir insan tamamen bitmiş, tam anlamıyla tamamlanmış değildir o nedenle… Her insan, biraz yarım kalır. O yarım kalmışlık, insana hem acıyı hem de inceliği öğretir.Uykusunu kaybeden her insan, aslında cevaplayamadığı sorularla cebelleşiyordurgenellikle. Bu yüzden uykusuzluk, sadece bedensel değil, ruhsal bir mücadeledir.

Çünkü, gözler uykuya dalamadığında yürek hâlâ sorulmamış soruların cevabını aramakla meşguldür.

 

YORUM YAP