Vaktiyle çok okuduğumuz, okuyabildiğimiz yıllardan aklımda kalan, güzel ve ilginç bir öyküydü bu. Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin temelinin atıldığı yılların akabinde, yine bu garip Anadolu coğrafyasında, inanamayacağınız, ancak sadece gerçek ve bir o kadar da ilginç olan ve bugünün pespaye tv dizilerinin jeneriğinde, “Gerçek bir hayat hikayesinden alınmıştır” yalanıyla süslenerek, seyirci kotarmayı başaran, “Dilsüren Haydaracıoğlu” kokulu dizilere nazire yaparcasına anlatılan yalanlarla çerçeveletilen, yalancıktan hikayelere kapak olsun, diye yazalım.
Hangi romanda okudum bilmiyorum ama aklımda kaldığı kadarıyla;
Sinemanın Türkiye’de ilk hayat bulduğu yıllar; nasıl matbaaya, tekniğe, sanayileşmeye, medeniyete direndiysek, sinemaya da direnmişiz.
Ancak 50’ler sonrası, Demokrat Parti rüzgarının, cami minarelerinden sürünerek, köy meydanlarına sirayet etmesi nedeniyle, sinema denen gavur icadına bakış açısının, son derece müspet olmadığını söyleyelim.
Ancak, her ne kadar gavur icadı da olsa, “ uy anam cıbıldanak garılar çıkmış” perdelerde görünse de;
Vahşi kapitalizmin vazgeçemediği tek gerçek, paranın varoluşu ve akıcılığıdır. Bir yere para akmıyorsa, kesin boşalıyordur. O da kapitalizm gerçekliği ile uyuşmaz.
Peki öyleyse bu dindar ve ehlinamus, dindar ve azbuçuk uçkur lastiği gevşemiş, biraz da günaha bulaşmış bu insanların ceplerinde ne var ne yok nasıl alınabilir.
İşte orada kimin aklına geldi bilmem ama, dahiyane bir fikir gelmiş.
60 yıllarda sinemalarda ülkemiz topraklarında özellikle Anadolu’nun ücra köylerinde kasabalarda, açık hava sinemalarında başka ülkelerden, başka yerlerden görüntüler konurmuş. Bunlardan birisi de özellikle Kabe görüntüleri sıkça sinemalara gelir, köylerin kasabaların sokaklarında, caddelerinde megafonla sinema anonsları yapılırken şu şekilde bağırılırmış.
-Müslümanların kıblesi Kabe’den son görüntüler.Peygamberimizin saklandığı mağaradan sahneler.
Reklamı yapılırken en sonunda şunu söylermiş tellal.
-Akşam 17 matinesinde, Medine’den, Mekke’den, Kabe’den görüntüler, hem de sesli anlatılıyor. Dualarla.. 3 defa seyredene Umre sevabı veriliyor.
Tabi gariban halk, dini; sadece oruç tutmak namaz kılmak biliyor.
Oldukça da seyirci toplarmış bu reklam duyurusu. 3 defa seyredene bir Umre sevabı, 3 Umre
Yani Müslümanların kandırılıp, ceplerinin boşaltılması, sadece bugünün, dünün yada ondan önceki günün eseri değil.
Demek ki, ne oluyor? Kapitalizmin, dini, mezhebi, dili, cinsiyeti, ırkı yok. Ne bulduysa sömürüyor, elindekini avucundakini alıp, götürüyor.
Yolun sağı yada solu fark etmiyor, soldakini de, sağdakini de sağabiliyor.
Sömürürken, sizin adınıza, sizin savunduğunuz değerlerle sömürüyor. Atatürkçüyseniz, Atatürk’le, milliyetçiyseniz, milliyetçilikle, İslamcıysanız, İslamcılıkla, Osmanlıcıysanız, Osmanlıcıkla vuruyorlar sizi.
Belki akademik çalışmalara konu olacak bir mesele ama, kaç biliminsanı çıkıpta bu konuda bir araştırma, bir çalışma yapabilir ki.
Nasıl, yine o yıllarda arabesk kültürü denen ve bugün bende dahil birçoğumuzun beğenerek dinlediği, akımla yozlaştırılan, hibritleşen ve milli kimliğinden uzaklaştırılan bir jenerasyon beslenip büyütüldüyse, bugün yine, diğer akımlarla hibritleşmekten daha öte, yok edilen bir jenerasyonun, neden yok edildiğini bilemeyeceksiniz.
Pop kültürü ile arabesk kültürünün bize sattığı kahramanların, bizleri yıllar yıllar sonra paramparça edebilecek bir canavara nasıl dönüşerek, geleceğimizi yok ettiğinin, ne acıdır ki hala farkında değiliz.
Birer kahraman olarak karşımıza çıkartılan, yazının başında anlattığımız hayat hikayelerinden çıkartılan ve yalnızlığa gebe bırakılan yolculuğumuzda, bugün bizleri, yarın siz çocukları harcayacak sahte kahramanların, sadece birer gölge oyunu kahramanı olduğunu unutmayınız.
Unutmayın ki, onlar sizi milliyetinizle, dininizle, dilinizle, cinsiyetinizle, tuttuğunuz takımın rengiyle, sevdiğiniz şarkının melodisiyle sömürecek kapitalizmin asla acınmayacak yüzü olacaklar.
Sağlıcakla kalın..